Evden çıkıp tarlaya giderken yokuşun sonunda çatısı bel vermiş, kerpiç duvarları yıllara yaslanmış, eski köy evinin yola yakın yerinde büyük bir incir ağacı vardı. Ağacın yanındaki çıkrıklı kuyudan su çekip yorgunluğumuzu atarken annemizin ‘’Terli terli su içmeyin.’’ nasihatini unutuverirdik.
Kuyunun yanındaki büyük taşın üzerinde yaşlı bir kadın otururdu. Yoldan geçenlere yorgun gözlerle bakar, mor diyebileceğim esmer, tunç yüzlü, oldukça sert ifadeli bakışlarından korkardım. Adı Zöhre’ymiş. Biz, Zöhre Anne derdik. Babaannem: ‘’Onun kocası harpte öldü.’’demişti bir defasında. Kurtuluş Savaşı bitiminde köye dönerken dondurucu soğukta bir hendeğin içine uzanıvermiş, iki gün sonra ölüsünü bulmuş köylüler. Köyün bilinen ilk şehidi olan ‘’Nuri’’, Zöhre Anne’nin kocasıymış.
Ne zaman bu yoldan geçsek yaşlı kadın, oturduğu yerden yavaşça doğrulur, hızlıca kolumdan yakalayıverir,’’Gel bakalım kara çocuk, sen benim çocuğumsun.’’derdi. O esnada sert yüz ifadesi değişerek yerini şefkatle merhamet karışımı bir ifadeye bırakırdı. Sevmesi sertti. Hırpalar, sıkar, kulaklarımı ısırır, öper, sonra salıverir, arkamdan gülerdi. Karalığım falan yoktu aslında ama kendinden bir parça mı bulurdu bende, bilmiyorum. Sonraları sert görünüşünün altındaki sonsuz merhamet gizlediğini öğrenmiş olduğum için belki de özellikle yakalanmak ister, yakınından geçmeye özen gösterirdim. Çocukluk işte… Bir gün anneme ‘’Ana ya! Yokuşun başındaki kadın var ya: Zöhre Anne… ‘Sen benim oğlumsun, seni annene ben verdim’ diyor. Hani sen beni Çingenelerden bir külek ekine almıştın? Annem gülerek : ’Evet oğlum, o kadından aldım. Seni getirdiğinde hava çok soğuktu. Üşüyordun, sarmıştı. Minnacıktın, sepete koymuştu. Üstünü de örtmüştü.’ derdi.
Çocukluk yıllarımda çözülemeyen gizemlere her gün yenisi eklenirdi. Küçücük belleğimde cevapsız bir soru daha… Aklım ermeye başladığında Zöhre Anne’nin, ebem olduğunu öğrenecektim. Küçük abimin ebesi ‘’Sabriye Hala’’, büyüğününki ise ‘’Emine Ana’’ …
Zamanla Zöhre Anne’ye büyük bir minnetle bağlanmıştım. Bayramlarda, köye gidişlerimde, ilkin ona uğrar; ellerinden defalarca öperdim. Arkadaşlar bu muhabbete bir mana veremezlerdi. Oysa o mübarek kadın öncelikle şehit eşiydi. Onu memnun etmek, şehidi memnun etmek demekti. Sonra dünyanın çilesini omzunda taşımış bu asil kadının, doğuşumda payı büyüktü!
Zöhre Anne’ye her sarılışımda adeta ibadet zevki alırdım ve Anadolu’da nice eli öpülesi, gizli kahramanların ve fedakâr anaların varlığını düşünerek ağlamaklı olurdum. Zöhre Anne’nin şahsında Anadolu’muzun çilekeş kadınlarına ve şehit eşlerine duyduğum saygıyı, sevgiyi, minneti dorukta yaşadım. Zöhre Anne öleli yıllar oldu ama hâlâ bütün dualarımda yer alıyor. Köye her gidişimde kuyunun yanındaki koca taşa bakarım ve çocukluğumda yeri olan bu müstesna kadını saygıyla
rahmetle anarım.
ALİ AYAZ
ADANA