“Kitap okuma oranımız %1’miş.
O kitap okuyan bir iki kişi kimse,
efendi gibi çıkıp özür dilesin!
Bu konu da böylece kapansın.”
Geçen hafta, cep telefonuma ulaşan en güzel iletiydi; yukarıda okuduğunuz cümleler. Ankara’daki değerli dostlarımdan Ziraat Yüksek Mühendisi Abdullah Tavmen’di gönderen.
Altında imza yoktu; bu sözün. Kim ise yazan ve söyleyen, önemli bir sorununa parmak basmış ülkemizin.
Gerçekten de kitap okuyan o %1 olmasa, zamanlarını kitap yazmak için boşa harcayan o yazar-çizerlere de gerek kalmaz!
İzmit’teki SEKA Kâğıt Fabrikası önce özelleştirildi; sonra kapandı gitti. Döviz ödeyerek dışarıdan alıyoruz kâğıdı şimdi. Şu okuyup yazan üç- beş kişi de olmasa, ne kadar zengin olurdu ülkemiz!
Ne gibi dertlerle boğuşuyorsak bugün, hep o okur-yazarlar yüzünden; değil mi? Ülkemizdeki kavganın, gürültünün asıl nedeni de onlar!
Eli kalem tutanlar da kendini bir şey sanıyor; onların beş para etmez gazetedeki yazılarını ve kitaplarını okuyanlar da…
Bana sorarsanız; ekonomi bozuksa da onlar yüzünden, işsizlik varsa da… Tarımda üretim azalıyorsa da onlar yüzünden, fabrikalar ve işyerleri kapanıyorsa da…
Hele hele halkımız, adalet ve yoksulluktan yakınıp duruyorsa!.. Başka yerde aramaya gerek yok; suçlu, yazarlar ve okurlardır. Neyse ki, sayıları fazla değil. Tıkacaksın hepsini zindana; bakın, nasıl güllük gülistanlık oluyor ülkemiz!
Bu arada şundan korkmamak gerekir. Biz böyle güzel bir iş yapınca, Avrupa Birliği’ndeki ülkeler, başta Fransa, Almanya, İtalya olmak üzere, “Türkiye’de özgürlük yok, demokrasi yok, ifade özgürlüğü yok” diye dünyayı ayağa kaldırırlar.
İngiltere ve Amerika da destek verir onlara. Gâvurlar, istemezler elbette kalkınmamızı. İstemezler huzur içinde yaşamamızı.
Baksanız ya; dolar, avro ve sterlini nasıl da yükseltip duruyorlar!
Neden yapıyorlar bunu?
Bizim sattıklarımızı ucuza almak, kendilerininkini pahalı satmak için…
Bir de insanlıktan, uygarlıktan söz ederler. Bunun neresi insanlık oluyormuş, neresi uygarlık?
Bize hak, hukuk, adalet dersi vermeye kalkan bu gâvurların yaptıklarını görüyorsunuz, değil mi? Türk değil ama Müslüman olmakla övünen milyonlarca yurttaşımızın, bu gavur ülkelerinde yaşamak için ölüp bayılmalarını bir türlü anlamıyorum ben!
Yok efendim, bütün okur yazarları hapse tıkarsak, Avrupa Birliği’ne almazlarmış bizi.
Daha iyi ya işte, almasınlar.
Müslüman ülkelerle birlik olmak varken, ne işimiz var bizim Avrupa Birliği’nde?
Fransa’nın beğenmediğimiz başkanı Bay Macron ve Almanya’nın doğru dürüst giyinmesini bile beceremeyen başbakanı Bayan Merkel’le yan yana oturmak ne kazandırır bize?
Derim ki ben yine de, gâvurlar ne der diye hiç düşünmeden, korkmadan, çekinmeden, tıkalım; şu okur-yazarların hepsini hapse.
Mecburuz, ülkemizin büyük çıkarı için buna. Suûdi Arabistan’ın da çok hoşuna gider bu, Mısır’ın, Suriye’nin, Irak’ın da…
İran da alkışlar bizi, Birleşik Arap Cumhuriyeti ile Ürdün ve Kuveyt de…
Araplar, İranlılar, Pakistanlılar ve Afganistanlılar nasıl da koşarak gelirler yurdumuza, görün o zaman!
Turizm patlar; hazine dolar, taşar. Yoksul kalmaz ülkemizde. Türk Lirası, doları da tepetaklak devirir aşağıya, avroyu, sterlini de…
Kale gibi dimdik duran, iki devlet kalır dünyada yalnızca. Asya’nın en doğusunda Japonya, en batısında Türkiye!..
Oh be! Gel keyfim gel!..
Sanmayın ki, böyle düşünen yalnızca benim. Bakınız, “Osmanlı’dan Günümüze Türkiye” adlı eserinde, “Zenginler Kulübünün Önerileri”ni yazmış; Esat Yavuztürk.
22 maddede toplanan bu önerilerden, “17. Madde”, biraz önce anlattıklarımı özetliyor sanki. Aynen veriyorum:
“Ülkemizde, okumuş ama hayali düşüncelere kendini kaptırmış bazı aydın görünen kişiler, maddesel varlığın verdiği mutlu yaşamdan haberi olmadan, ileri geri konuşup, çalakalem birşeyler yazarak kendilerini kanıtlamaya çalışırlar. Bunlar suyu bulandırırlar, ama kendilerinin de bu suda yüzmek zorunda olduklarının farkında değillerdir.
Bunları uyarmak gerekir. Yazı yazdığı gazeteden, bulunduğu makamdan uzaklaştırmalıyız. Gerekirse hapsederek çanlarına ot tıkamalıyız.
Diğer yanda ise üniversitelerde bazı profesörler, çiçeği burnunda öğrencileri zehirleyerek şaşırtmaya çalışıyorlar. Böylece hem ülkeye hem de kurulu düzenimize zarar veriyorlar. Onları da görevlerinden uzaklaştırmak gerekir.” (*)
Haklı değil mi, bu “Zenginler Kulübü”?!
Başkaları ne derse desin, önemli değil. Devleti ve hükümeti ele geçirip, “Bu düzen değişmesin” diye ne gerekiyorsa onu yapmalı!
Siz ne düşünürsünüz, bilmem de, bir an önce üye olmalıyım; bu kulübe ben!
Ne güzel, refah içinde yaşıyoruz! Ne mutlu, huzur içinde yaşıyoruz! Bunun böyle devam etmesi için, “Zenginler Kulübü”nün dediklerini aynen yapmaktan başka çaremiz var mı?
Hüseyin Erkan
huseyinerkan.antalya@gmail.com
——————————————————————————–
(*) Osmanlı’dan Günümüze Türkiye, Esat Yavuztürk, Dorlion Yayınları, 2020