“Seyahatler çekiyor içim,” der adalı Abasıyanık. Sanki Camus, umuduna cansuyu katıyordu yazarımızın.
“Çeksin tabi. Zira o yolculuklar bizi kendimize geri getirir.”
Sokrates’e bir dostu sormuş:
“Mutsuz bir yakınıma ne önerirsin?”
“Yolculuğa çıksın.”
Sorunlardan nefes alamayan boğulmak üzere olan o kişi çıkmış yolculuğa. Dönüşte uğramış felsefenin babasına:
” Yine aynıyım. Geçmedi. Kendime gelemedim.”
Sokrates:
“Gelemezsin de.”
” Neden?”
“Sen bu yolculukta yalnız değildin .”
“Yalnızdım.”
“Hayır. Çünkü sen bu yolculuğa sorunlarınla birlikte çıkmıştın.”
Şu hayatta herkesin gideceği yolu ayrıdır. Her ne kadar birlikte başlasanız da finalde yine tek başınasınızdır.
Ama, yola çıkmadan önce, sorunları ardınızda bırakıp heybenize cesaretinizi, umudumuzu da kattınız mı, yolunuz hep aydınlık olacaktır.
Ve bu yolculuğunuza tek engel kapınızın eşiği ile pabuçlarınızdır.
Yolculuğumuzu, eğlenceli ve çekilmez bir hale getirmek; her ne kadar bizim elimizde olsa bile biraz şansımızın da yaver gitmesi gerekiyor.
Kimi uzun, kimi kısa yollarımız olur. Tercih bizimdir. Yeter ki, talih yüzünüze gülsün, onun elinde oyuncak olmayalım.
Talih, dedim de…
İşte az sonra anlatacağım, bizzat yaşadığım olaylar, beni talihsizlik zincirlerine bağlayacak..!
2016 senesinde eşimle yaşadığım Kazdağlarının kıyılarından göç edip geldiğimiz Kocaeli, ben ve aileme hiç de iyi şanslar getirmemişti.
Gelir gelmez ilk ameliyatı ben oldum. Beni ameliyat edecek doktora sormuştum:
“Dr. Hülya Hanım, ben gıdalarıma çok dikkat etmiş, etmekte olan bir insanım. Özellikle yeşil sebzeler, yıkarken elimde can çekişir. Nasıl oluyor da bende safra kesesi taşı oluşmuş?”
Sorumu yanıtlarken gözleri öyle içten gülüyordu ki…
“Bunu inanın bende anlamış değilim. Gölcüğe atandım atanalı safra kesesi ameliyatı yapıyorum. İnsanların beslenme şekilleri, belki de genetik yapılarından kaynaklanıyor…”
Yanıtı beni pek tatmin etmese de o yıl safra kesesi ameliyatından kaçamamıştım. Zira aba altı sopası korkutmuştu beni…
“Hemen gel. 60 yaşından sonra gelirsen seni hiç ameliyat etmem.”
Öylesine şaşkın baka kalmıştım ona:
“Aa, neden ki?”
“Nedeni gayet açık. Şimdi kanının kimyası iyi. 60 yaşından sonra şeker, kolestrol, yağ, vs, artışları seni riskli kılar. En iyisi yol yakınken gel de seni bu dertten kurtarayım.”
Korku dağlarda nöbetçi olursa, gel de ameliyat masasına yatma.
İyi ki de olmuşum. O geceleri beni boğacak derecede, midemden yemek boruma kadar yükselen mide asitlerinden kurtulmuştum.
Tabi bu durumuma “iyi şans,” diyelim.
Kötü şans ise hangisini anlatayım ki ben size?
Her biri ayrı ayrı can yaktı.
Önce kızımızı kaybettik. Sonra torunlarımızı. Sonra da eşimin ameliyatları, tedavi süreçleri ve onu ebedi yitirmem en büyük acım, şansızlığım olmuştu.
Sonrası mı?
Var elbette..!
Acılarımı içime sağarken, yaşadığım ilçenin insanlarını tanımak, sorunlarına eğilmek amacıyla gönüllü eğitim sorumluluğunu üstlenmiştim. Bu süre tam 4 yıl sürmüştü.
Eğitim sürecinde gördüm ki, köy kadınlarımız el emeklerini değerlendirmek istiyorlardı.
Yakınımda 10’dan fazla köy bulunmaktaydı. Bense bir yetimhane, iki köyün kadınlarını eğitmiştim.
İnsan meşguliyet anında üzüntüye pek yer açmıyordu. Yaşam devam etmekteydi. Hani, şairimizin biri şöyle baba bir söz etmiş:
“Bir şairin doğaya üç borcu vardır. Doğduğu kente, yaşadığı kente, doğasını soluduğu vatanına.”
Eh, biraz serde şairlik olunca bu misyonu üstlenmek istemiştim. “Yaşarken ödeyelim bari borcumuzu,” düşüncesiyle yola çıktım.
İlk durağım Kosgeb olmuştu.
Yüzlerce genç insan belge almak adına başvurmuştu. Sınava girmek için davet edilmiştik.
Sınavdan çıkanların yüzlerinde umutsuz kırışıkları gözlemliyordum. Kimileri dudak kenarlarını kıvırırlarken, kimileriyse, jürinin sorularına yanıt veremediklerini konuşuyordu.
Benimse tek umudum; içi sanat eserleriyle hınca hınç doldurduğum yerde duran çantamdı.
Kosgep sınav heyeti, belli ki titizlikle insan seçmekteydi.
Sıra bana geldiğinde sınav olacak salona girdim.
İçeride biri kadın diğerleri erkek olmak üzere tam üç kişi bir masada yanyana oturmaktaydı. Sanki “yetenek sizsiniz,” yarışmasına gelmiştim. Dikkatler elimde tuttuğum çantaya yönelmişti. Jürideki bayan gülerek sormuştu:
“Hayırdır, tatile mi çıkıyoruz yoksa?”
Hazırlıklı olduğum bir soruydu. Bakışlarımı kısa bir süre üzerlerine kondurdum. Hanımefendiyi muzipçe yanıtlayıp sustum, ikinci soruyu beklerken.
“Evet.”
Jüride ki bey merak etmiş olmalıydı ki, beklediğim soruyu sordu:
“Nereye? Hem de bu yaşta?!!”
Düşünmeden yanıt verdim:
“Önce gözlerinize, sonra gönlünüze.”
Onların dönük bakışlarında Uzakdoğulu bilge nefesim olmuştu:
Çünkü, “İnsan nereye giderse, bütün varlığı ile gitmelidir ” der. Konfüçyüs.
“Ben, bu yolculuğa yaklaşmakta olan 60 yaşıma hiç aldırmadan, büyük bir iştahla, cesaretle ve umutla çıktım.”
Devam edecek
Emine Pişiren / Kocaeli