Yazıma hangi açıdan bakmanızı istediğime önce karar veremedim. Çünkü iç içe girmiş, ayrı ayrı temalarda işlenebilecek aynı günde yaşadıklarımdı.
Biraz düşündükten sonra kararımı vermiştim. Yolculuğa attığım ilk adımdan, yani baştan başlayacaktım.
Susurluk’a her saat başında otobüs kalktığını düşünmekle yanıldığımı Edremit Otogarına vardığımda kavramıştım.
Elimdeki balkartın geçerli olduğunu bildiğim firma başına “imkansız” der gibi sağa sola doğru salladı.
“Öğleden sonra saat 15:00 e biletinizi kesebilirim hanımefendi.”
Oysa ben sabah 10:00 gibi Susurluk Kitap Fuarında olmalıydım. Yüzüm, çamaşır makinesinde uzun süreli kalmış çamaşırlar, gibi kırışıktı. ‘Aktarmalı olabilir mi?’ diye düşünürken; yanıma uyanık ördek avcılarından biri yaklaştı.
‘Susurluk’a gidecekseniz size yardımcı olabilirim. Aracımız 5 dk sonra kalkacak, buyrun sizi en güzel tekli koltuklardan birine oturtayım.”
Onu daha önceden de tanıyordum. Kendini otogarın küheylanı gibi görmekteydi. Her yerden mısır patlağı gibi çıkardı. Her yolcunun yüzündeki endişeyi fark eder etmez yanına koşardı.
Çaresiz onu izledim. Tam otobüse ninecektik ki, aklıma biletimin olmadığı gelmişti.
“Ama bilet almadım”
“İçeride kesilecek,” yanıtını verince ;
“Nakit sıkıntım var. Kart ile ödeyeceğim.”
Otogar ördek avcısı bağırmaya, elini kolunu sağa sola sallamaya başlamaz mı?!
Amanınnn, neye uğradığını şaşırdım bir anda!
“Yazar hanım, siz bana neden daha önceden söylemediniz? Oldu mu şimdi ya?!”
Aa, adam beni tanıyormuş da..!
İlk şaşkınlığımı henüz hazmede_memiştim ki, ikinci şaşkınlığımın yanıtını aradım.
“Demek beni tanıyorsunuz. ”
“Tanımam mı efendim? Siz Akçay’da yaşıyorsunuz. Emine Pişiren değil misiniz?”
Ağzım açık ona “Evet”
“Bana bi kitap imzalamıştınız, oradan hatırladım sizi…”
“Haa, anladım. Şu bilet işimi çözelim mi? Otobüs 5 dk sonra kalkacak, dediniz de… Bari onu kaçırmayalım.”
Pişkin pişkin yanıtladı:
“Merak etmeyin o iş bende. Gelin takip edin beni.”
Adam sakinleşmişti. Çaresizliğin paydası imkansızlıkmış, ya… Adamı kuzu kuzu izledim. Çalıştığı gişeye vardığınızda elimde tutmuş olduğum, kartımı istedi. “Hayır, kendim basacağım,” dedim ya, amanınnn ki ne amanınn! Sözlerimin ardından sanki tayfun boralar kopmuştu.
Adam Akdeniz’deki falezleri kamçılayan dalgalar gibi köpürmez mi?
“Bu ne güvensizlik hanımefendi. Ben sizin için koşturuyorum. Beni meşgul ediyorsunuz. Aa, ne müşteriler varmış, şu hayatta yahuu!”
Bi de sesini yükseltmez mi!?
Sesi dudaklarından yüksek perdeden cıyak cıyak çıktığı gibi eko da yapıp beynimin içinde patlıyordu. Edremit Otogarında adamın sesini duyan yolcular, başını çevirip bize bakıp duruyorlardı.
Dışarıdan görünen de otobüse bedava binmek isteyen bir yolcu gibiydim. O bağıran ortalıkçı çalışan karşısında, ben de sus pus kalmıştım!
Bu tür avam tartışmalara hiç hazırlıklı olmadığım gibi, deneyimli de değildim.
Gişedeki erkek memurlar da nedense bize doğru, “bıyıkaltı gülüşlerler”uzatıyorlardı. Tabi bende ki şafaklar daha atmış değildi. Çünkü adam, bir de aba altı çalışıyordu:
“Tamam hanımefendi, kesmiyorum biletinizi. Susurluk’a nasıl giderseniz gidin… Aman Bre, kafadan çatlaklar hep beni mi bulur?!..”
Ah Allah’ım!
Neydi sabahın 08:00’de bu başıma gelenler? O anda tek yaptığım eylem ellerimle kulaklarımı kapamak olmuştu.
Daha sonra kalemimin gücüyle konuştum:
“Bakın bayım! Sizin bu yaptığınız çok çirkin! Kötü bir anı olarak hafızamda iz bıraktığınızı bilmenizi istiyorum. Susurluk Belediyesinin daveti üzerine yola çıktım. Şu an benim yoluma taş koyuyor, gitmemi kişisel duruşunuzla engelliyorsunuz. Hem bu bana karşı sebepsiz öfkenizi anlamış, değilim… Siz her müşteriye böyle mi davranırsınız? Tamam gitmeyeceğim. Başka bir firma ile öğleden sonrası gideceğim. Şu nahoş davranışınız, kaba tavırlarınız, müşteriyi memnun etme etiğine uymuyor. Kalemine, gazete köşeme sizi kapak yapacağımı da bilin…”
Valizimi alıp yürürken sesini duydum ardımda:
“Tamam, şu sorunlu yazar hanımefendinin biletini kesin. Daha fazla uğraşamayacağım kendisiyle…”
Ah ki ah!
Zorunluluklarımız bizi nasıl imkânsız kılıyor.
Kartımı geçirdim ve otogar ördek avcısını izlemek zorunda kaldım.
Yine o beş dk sonra kalkacak otobüsün bulunduğu perona gittik.
“Beni bekleyin, sizi iyi bir koltuğa yerleştireceğiz.”
Ama ne bekleme efendim!
Tam 15 dk… Hele bende ki, sabıra bakın.
Adam kayboldu! Ortalıkta hiç görünmüyordu!
Bu arada kaptan mahaline binip marşa basmıştı!
Allah’ım, elimde valiz kala kalmıştım!
Valla artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Aldım elime valizimi, bindim orta kapıdan. Tekli koltuklardan boş hangisi ise oturmuştum…
Şimdi size bu yolculuk anım, daha bitmedi. Devam edecek, desem bana gönül koymazsınız değil mi? Bir de otobüsün içinde yaşadıklarımı sizlere yazmış olsam, yazı çok uzayacaktı.
Tadında bırakalım mı?
Sonra ki yazımda görüşmek dileğiyle…
.
Kalın sağlıcakla…
Emine Pişiren/ Akçay