Çıktığımız bu yol öyle bir yol’dur’ki yolda yürümek isteyenleri ayırmaz, yol için yolda yürüyenlerin hepsi birdir, eşittir, hızlı yürüyeni’ de, yavaş yürüyeni de, yolda tökezleyip kalanı da, yolu kendilerine maske edinmiş, yolu çıkarları için bir araç gibi kullananlar dahi, yola başlarken ayırmaz.
Yol herkese kucak açmış, yola girmek isteyenler yolda yürümektedirler. Umduklarını, içten pazarladıklarını yolda bulamayanlar yollarını ana yoldan ayrılan kollara yönlendirirler. Nasıl olsa gidilecek yönler boldur. Bazılarının çıkarları halen yoldadır.
Bu yol ateşten gömlek, demirden leblebidir. Ateşten gömleği giyenler, demirden leblebiyi yiyenler beri gelsin.
Yolun engelleri, yolu bilenler için değil, bu engelleri ortadan kaldırmak onları aşmak için sadece ve sadece kurallara uymak, nefsine olanak tanımamak ve verdiği ikrara sahip çıkmakla mümkündür.
Şimdi bize düşen görev bi-rey olmayı göstermek ve bizde varız demek için hep beraber ikrara durmak gerek. Üç tane biri alt alta koyalım ve toplayalım kaç eder üç, aynı birleri “bireyleri” yan yana koyalım kaç eder yüz on bir, işte asıl güç burada. İşte asıl gücü örgütlüğümüzde toplayacak veri.
Ancak burada esas olan şudur, içimizde yoldan çıkmışlar bir kusur varsa ise’ ki; vardır, o da darımızda aklanır, Mansur darında duran bizler bu topraklarda hakkın ve hakikatin sesi olmaya devam edeceklerdir.
Hak ve vicdan insandır. Her insan hak sahibidir, vicdan sahibidir. Haktan ve vicdandan geçersek ne kalır ki geriye.
Bu güne kadar memleketimizin ahvaline bakıp “bu hayat, bu diyar, bu ülke hep kül mü bırakır avuçlarımıza?” diye sorduğumuz çok olmadı mı?
Çünkü geride hep ateş, hep kül, hep yağma, hep itilmişlik, çokça gücenmişlik ve çokça yoksulluk vardı. Lakin “acıyı bal eyle” diyen Anadolu kültürün içinde büyümüş ve öyle bilinçlenmiştik, bizlerin sol yanında ve özünde ki cevher “hep insan, önce insan” diyordu.
Biz aydınlar olarak; aynı bahçede Alevisi, Sünni’si, Hristiyan’ı, Ateisti ile kısaca inan ile inanmayanlar olarak, çok kültürlülükten ve herkesin inançlarına saygılı bir arada yaşamaya, kısaca 72 millete aynı nazarda bakmayı ilke edinmiş, yaşam biçimine dönüştürmüş bir öğretiden geliyoruz. İnsanlık öğretisinin baş düsturu “ikrardır.
Ve insanoğlu kendisini “vazgeçilmez” görmeye başlar. Böylece “örgüt yöneticisi” gibi asla olmayan bir meslek doğar “İkrar” zedelendiğinde, hafife alındığında, dejenere edildiğinde önce “ben” egosu pompalar.
Bizim kurum ve kuruluşlarımızdaki en yakın tehlike, İnsani değerlerini bilmeden, öğrenmeden, demlemeden bu öğretiyi geleceğe taşıma, yeniden yapılandırma gibi sosyolojik yanılgıya girmemizdir.
Oysaki bizim çıkışımız, mazlumlar üzerindeki baskılara karşı direnmeyi örgütlemek, haksızlıkları gündeme getirmek, insanlık adına yapılanları gün ışığına çıkarmak, teşhir etmekti. Entelektüel birikimlerimizi, örgütleme tecrübelerimiz bu yolun hizmetine sunmaktır.
Ancak zamanla kendimizi, örgüt yöneticisi olduğumuzu unutarak, “öğretinin” de yöneticisi olmak istedik ve işte o zaman sorun başladı kanımca. Ve girdabın ilk halkasını o zaman oluşturduk.
Öğretiyi tanıyıp yaşam biçimiz yapma yerine, yöneticiliğimizi
“yaşam biçimimiz” yaptık. Ve kurumlarımızı da kendi yaşam biçimimize göre “örgü”lemeye başladık ve de devam ediyoruz ne yazık ki.
Öyle bir duruma gelindeki “oyalama, boyalama, yağlama” gibi işlevsiz, seviyesiz içeriksiz kriterler içimize, ruhumuza, şahsiyetimize ve de yöneticisi olduğumuz kurumlarımıza yerleşti.
İşte bu tehlike en yakın tehlikedir, en yakın tehlike de en önce bertaraf edilmesi gereken tehlikedir.
Birbirimize “gaz” verir, hep yerimizde saydığımız için “pas” tutan “ben” egomuzu alkışlatarak da geçici banal bir rahatlama yaşarız. O kadar!
Örgütlerin başında her daim “ben” olmalıdır. Televizyonun ekranında “ben” olmalıdır, Tarihinin en büyük mitinginde “ben” olmalıdır.
Başka bir tehlike ise “dil ve üslubumuzdur,” “dil” düşüncenin süzülerek “sese dönüşümüdür, kullandığımız dil ve üslubumuz “insanca ” değildir
ve kültürümüz terminolojinsen uzaktır.
İnsan olanın güzelliği, asilliği, hümanizması “dil” ile o kadar soyluca “dile” gelmiştir ki, insanlığı yaşatan, kuşaktan kuşağa taşıyan bu “sözel” güzelliktir. Çaresi de yine “öğretinin gizemindedir. “
Evrensel toplumlar, “insanları, bulunduğu konumla değil, bulunduğu konumda ürettikleriyle değerlendirir.”
Emeğin, özgürlüklerin, barışın, demokrasinin örgütü için hep beraber, hepimizi aşarak. Yol aşkına hü diyerek.