Hani, dünkü yazımızda, bir tebliğ-tebellüğ belgesinden bahsettik ya, Ergenekon davası ile ilgili olarak herhangi bir haber, yorum, resim, yazı, görüntü ve benzeri şeylerin mahkeme kararı ile yasaklanmasından!..
Sonra da bıçak gibi kesildiğinden söz ettik.
Aslında bunu bir espri anlamında söylemiştik.
Vallahi yaygın basında, yayında tam gaz Ergenekon haberleri aynen sürüyor, maşallah.
Meğerse, bu TCK’nın 285’inci maddesinin, yaygın basın için hiçbir kıymeti harbiyesi yokmuş.
Yapılan yayınlardan bu anlaşılıyor!..
Haa, pardon belki de bu yapılan mahkeme yasaklaması, sadece ve sadece yerel basın için de yapılmış olabilir!..
Gerçi, tebliğ-tebellüğ belgesinde yaygın ya da yerel basın diye herhangi bir ayırım yapılmamış, ama genelde bugüne kadarki uygulamalarda söylenmese de, sadece yerel basına yönelik olduğu bilindiğinden, yaygın basın böyle bir yasağı dikkate dahi almıyor olabilir.
Zaten, genelde kanunlar da yine sadece ve sadece yerel basın yayın kuruluşları için uygulandığı için, yaygın basın bu konuda çok rahat. Eh, dediğimiz gibi bize yönelik bir uygulama olduğu için de bizler de doğal olarak Ergenekon davası ile ilgili herhangi bir değerlendirmede bulunamıyoruz.
Aslında, bugüne kadar yapılan tüm uygulamaları dikkate aldığımızda, bizlerin herhangi bir alınganlık da yapmaması gerekir.
Bugüne kadar yapılan çok farklı bir uygulama da değil ki!..
Kanun önünde her ne kadar herkes eşittir dense de, ben şahsen buna inananlardan değilim.
Çok iyi biliyorum ki, kanun önünde bazıları çok daha eşittir. Özellikle de basın-yayın konusunda, yaygın basın kuruluşları, her nedense daha bir eşit konumdadır.
Bizlerin, uzun yıllardır böylesine bir uygulama ve yapılanma karşısında bunu kabullenmemiz gerekir-ken, işte her nedense bir türlü kabullenemiyoruz ve böylesine abes bir beklenti içerisine giriyoruz!…
Haa, giriyoruz da ne oluyor?
Değişen ne var ki? Tabii ki hiçbir şey.
Herşey eski tas eski hamam düzeninde devam ediyor. Benzer uygulamalar Susurluk davasında da, buna benzer davalarda da olmadı mı?
Yok yok, yerel basın mensupları olarak bizler kolay kolay adam olamayız aslında!..
Neden kalkıp da kendimizi yaygın basın ile bir tutarız ki, anlamak mümkün değil!..
Devlet de, hukuk da, kanunlar da, onların çok daha ayrıcalıklı bir konumda olduğunu adeta haykırıyor da, bizler bir türlü duymuyoruz işte…
Eee, zamanında Ziya Paşa ne demiş;
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir…”
Devletin tekdiri de, köteği de bizler için…
Diğerlerine izzet-i ikbal her zaman mevcut…
Tabii işimize gelirse…
Hoş işimize gelmese de ne olacak ki, sanki?
CESUR SAVCI ARAYAN GAZETECİ!..
Hürriyet Gazetesi köşe yazarlarından Mehmet Y. Yılmaz, köşesinde cesur bir savcı aradığını dile getirmiş!..
Gerekçe olarak da, AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin, CHP’nin dile getirdiği iddiaya göre 1 milyon doları, rüşvet olarak alıp almadığının araştırılması isteği…
Gazetelerde suç ihbarlarının çarşaf çarşaf yayınlanırken, bunu takip ile sorumlu ve görevli olan savcıların, başlarını başka yönlere çevirmelerini içine sindiremediğini de vurguluyor.
Devamında İtalya’da temiz eller operasyonunu yürüten savcıların da, başlangıçta iktidardan büyük baskılar gördüğüne dikkat çekerek, yazısını “AKP iktidarının baskılarına boyun eğmeyecek bir savcının mutlaka çıkacağına inanıyorum” sözleriyle bitiriyor.
Şimdi, buradan hareketle, yarın bir gün bu konuda herhangi bir girişimde bulunulmaması halinde, bütün savcıların AKP iktidarının baskılarına boyun eğdiği anlamı çıkmıyor mu?
Hadi diyelim, bir ya da iki savcı konuya eğildi ve soruşturma açtırdı… Bu takdirde bu bir iki savcı, iktidarın baskısına boyun eğmeyen, ama açmayan savcıların da tamamen boyun eğen sınıfına girdiği anlaşılacak demektir!..
Aslında, bu bana göre de doğru bir tesbit ama çok ağır bir yorumdur.
Böylesine hukuk devleti olduğumuz iddiası içerisinde bulunduğumuz bir Türkiye’de, savcılık makamının tamamen iktidarın güdümünde olduğunun farklı bir iddiasıdır.
Hani, yargı bağımsızdı bizim ülkemizde?
Bugün Türkiye’nin en büyük gazetesinin köşe yazarı, bunun aksini iddia ediyor…
Kaldı ki, yaygın basın olarak, kendilerine her halükarda ayrıcalık tanınan bir basın mensubunun böylesine bir düşünce içerisinde olması ve bunu da açık açık belirtmesi çok daha fazla anlam kazanıyor.
Böyle bir yorumu yerel bir basın mensubunun kaleme almasını düşünüyorum da, acaba başına neler gelebilirdi?
Hele hele, hadi biz Bandırma’da çok daha şanslıyız, ya Balıkesir’deki meslektaşlarımızdan birinin böylesine bir yorumda bulunması, yine onların iddialarına göre, soluğu mahkemede almalarını gerektirirdi herhalde.
Dediğim gibi, biz yargı konusunda Balıkesir’deki meslektaşlarımızdan çok daha şanslıyız.
En azından, bazı olaylara çok daha demokratik açıdan bakan hukuk adamlarına sahibiz diye düşünüyorum.
Özellikle de, AB kriterleri içerisinde, düşünce özgürlüğü ve bunu takiben ifade özgürlüğünü daha bir ön plana çıkarıp, bu düşünceleri destekler bir durum içerisinde olmaları, bende böyle bir duyguyu uyandırıyor.
Umarım yanılmıyorumdur.
Ancak, yine dediğim gibi Balıkesir’deki hukukçuların aynı olaylara farklı pencerelerden bakmaları ve her ihtimale karşı “biz soruşturmamızı açalım da, kararı mahkemeler versin” düşüncesi ile hareket etmeleri, doğrusu oradaki meslektaşlarımızın tepesinde sürekli sallanan bir Demoklesin kılıcını oluşturuyor.
Böylesine bir baskı altında yapılan haber ve yorumların da ne kadar sağlıklı olduğunun takdirini de okurlara bırakmakta yarar var.
Tüm bunların ışığında, bir kez daha ortaya çıkıyor ki, gerek hukuk adamlarının, gerek kanunların yerel basın ile yaygın basına bakışları çok farklı.
Neye benziyor biliyor musunuz; “Zengin, arabasını dağdan aşırır, fakir düz yolda şaşırır!..”
Ne diyelim, başka benzetemedim doğrusu!..