Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme… Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Bu gün kusuruma bakmayasınız yeri geldi bu çok eski yazıyı- ki daha önce burada paylaşıp paylaşmadığımı hatırlamıyorum- hatırlayanlarda sessizce okusun- tekrar paylaşmak istedim.
Derki atalarımız; “Bir Musibet Bin Nasihatten İyidir…” Demektedir ki bizlere; bazı durumlarda verilen nasihatten ziyade başa gelen felaketlerin daha öğretici olduğunu anlatmak için kullanılan bir atasözüdür. Ama ben merhaba dediğim selam verdiğim, hasbıhal yaptığım hiçbir kimseye bir musibete düşsün istemem… Yazarım ister okur alırlar, ister okumadan üstüne basar geçerler. Akıl onların… Neyse konuya gelelim…
Yıldızlar nasıl doğar ve yaşlanır, ne kadar yaşar ve nasıl ölür?.. Bilir misiniz?…
Yıldızlar yüzde 75 oranında hidrojen, yüzde 25 helyum ve yüzde 1’den az miktarda diğer elementlerden oluşur. Oysa bir yıldızın kaderi başlangıçta ne kadar ağır, yani teknik ifadesiyle ne kadar kütleli olduğuna bağlıdır. Yıldızlar ne kadar kütleliyse çekirdekleri o kadar çok sıkışır, o kadar sıcak yanar ve hidrojeni o kadar hızlı tüketir.
Dolayısıyla kendisini ağır gören sonradan helyumdan olma yıldızların ömrü kısa olur. Çünkü helyum uçurur onu…
Küçük yıldızlar ise çok daha uzun yaşar. Çünkü o yüzde 1 lik olan elementi kendinde çoğalmış gazını atmıştır… Güneş gibi dünya gibi ay gibi. Yani biz olmayı bilenler gibi, egosunu kontrol altına alanlar gibi, sonradan görmeler ne oldum delisi olmayanlar gibi. Kendini Kaf dağında görmeyenler gibi…
Yani kısacası:
“YILDIZI İLE PARLAYIP YILDIZI İLE SÖNENLER”
Yıldızların yaradılışı, folklorda birkaç inanca dayanıyor. Efsanelerden birine göre, Tanrı yıldızları gökyüzünün eteğine takmış ki, karanlık olduğunda bile yeryüzünde her şeyi görebilsin diye.
Halk masallarında yıldızların yaradılışının iyilik ve kötülük, Tanrı ile Şeytan arasındaki savaş sonrası doğduklarına inanılır. Tanrı ile Şeytan taşı, kimin en yükseğe atabilecek diye yarışırken taşlar yukarda takılı kalmış ve oradan da dünyayı aydınlatmaya başlamışlar.
Halk inançlarına göre, gökyüzündeki yıldızlar dünyadaki insanların sayısına eşittir.
Bir inanışa göre de her insan dünyaya geldiğinde onunla beraber bir yıldız doğarmış. Kimilerinin yıldızı, o kişinin hayat sevincine göre daha fazla veya daha az parlarmış. Ve her yıldız kaydığında bu dünyadan birisi ayrılırmış. Öyle sanıyorum ki bu ayrılış da illa bedenle olmak zorunda değil. Eğer o insanın hayata olan bağlılığı, yaşama inancı tükenirse yıldızı onun bu haline dayanamaz, giderek ışıltısını yitirir ve nihayet kayıp gider. Peki, artık gökyüzünde yıldızı parlamayan insanlara ne oluyor dersiniz?..
Ya da bir insan yıldızına sahip çıkabilmek ve onu daima koruyabilmek için neler yapmalı?
Yıldızların arkadaşlığına inanır mısınız? Her yıldızın birbiri ile tanış olduklarına…
Arada bir birbirlerine selam verdiklerine, gülümsediklerine, göz kırptıklarına…
– Dikkatli baktığınızda bu göz kırpışları yakalayabilirsiniz bile -. Uzaktaki yıldız dostlarına çeşitli vesilelerle mesaj gönderdiklerine… Hatta Halley Kuyruklu Yıldızının görevi belki de yıldızlar arasındaki bu haberleşmeyi sağlamak içindir. Yani, bizim Halley aslında bir postacıdır belki de…
Yıldızların birbirleri ile böyle bağ kurduklarını düşünmek ne kadar da hoş geliyor değil mi?..
Peki gökyüzündeki yıldızlarımız arasındaki bu muhabbeti düşünmek dahi bizi mutlu ederken, bizim dünyadakilerle sorunumuz nedir dersiniz?..
Düşünelim…
İnsanlar ne zaman konuşmaya başlar?..
İlk selamda mı?.. İlk kelimede mi?.. Yoksa ilk cümlede mi?.. Yoksa verilen ilk karşılıkta mı?..
İnsanlar konuşmaya, birbirlerini gördükleri o ilk anda başlarlar. Kelimelere ihtiyaç yok. Ya da bir selama bile hacet yok. İnsanlar girdikleri ortama bir bakışla, bir duruşla selam verirler. İnsanlar ilk anda kıyafetleri ile konuşmaya başlarlar. Zihin sür’atli bir çalışma sürecine girer ve karşılıklı etkileşimler hızlı bir biçimde ortamı şekillendirir. İsterseniz buna önyargı deyin, isterseniz ön değerlendirme… Belli bir noktaya kadar kurulan bu hal neticesinde insan karşısındaki ile sözlü iletişime geçmeye karar verir ya da sessiz kalmayı tercih eder. Her halükarda bu da iletişimin bir parçası, başlangıcı ya da neticesidir.
Bu Allah-u Teâla’nın insana verdiği güzel bir nimettir aslında. Yerli yerinde kullanıldığında ve geliştirildiğinde buna feraset de diyebilirsiniz. İnsan bu kabiliyeti ile karşısındakiyle ne şekilde iletişim kurabileceğini düşünse, İzlenimlerini karşısındaki insanla bir şeyler paylaşmak yolunda rehber olarak kullansa Rabbin rızası doğrultusunda hareket etmiş olur. Ve elbette o insan yine bilir ki etrafındakiler de aynı yetiye sahip olarak yaratılmıştır. Bu sebeple akıllı bir kişi, içtimai hayatta nasıl hareket ederse insanların kendisine ılımlı yaklaşacaklarını da bildiğinden giyimi ve kuşamından tutun, jest ve mimiklerine varana kadar her halini ictimaileşme zaruretine göre ayarlar.
Peki, gökyüzünde parlayan yıldızına rağmen insanın dünyada yaptığı şey nedir?..
Kıyafetlere bakınız. Yüzlere bakınız.
Bakışlarla karşılaşmak?.. Hak getire…
Herkeste bir “BEN” havası… “Ben buyum. Ben böyle giyinir, böyle bakar, böyle konuşurum. Beni böyle gör ve ona göre ayağını denk al. Ben en büyüğüm, sen kimsin ki?..”
Daha ilk anda verilen mesajlar belli. Ve ne yazık ki bu hal, genel…
İşte bu sebeple artık insanlar, yıldızlarına inat, otobüslerde konuşmaz oldular. İşte bu sebeple birbirine selam vermez oldular. Bu sebeple bakkal amcalar artık amca değil, “adam”. Bu sebeple “komşu teyze” değil, kadın. Bu sebeple gençler abla ya da abi değil… Ya da yaşlılar için “delikanlı” değil, “evlat” değil. Yaşlılara bile yaşlı gibi davranmıyorsunuz, çünkü onlar da yaşlarını kabul etmiyor. Daha genç havasındalar.. “Nine” ya da “bey amca” değiller. Sıfatlar yok oldu. Renkler yol oldu. İçtimai hayatı olmayan bir topluluk şeklinde yaşıyoruz. Sürüden bir parçayız, kalabalıktan bir parça… Öylesineyiz. Kendi kendimizeyiz. Kendimiz için yaşıyoruz. Arkadaşlıklarımız kendimiz için. İhtiyaç duymasak arkadaşa da gerek kalmayacak sanki. Akrabalıklar çoktan ölmeye başladı. Yıldızlarımız sönüyor, farkında değiliz. Ve biz ölmeye başladığımızdan habersiz, belki son nefeslerimizdeyiz…
Herkes kendi yıldızının parıltısına o kadar kaptırmış ki, diğer yıldızların varlığının farkında bile değil. Hâlbuki kendi ışığı dahi sahte… Ama onu bile fark etmekten aciz…
İnsan; bil ki her yıldızın bir ömrü vardır. Yıldızın kayıp gittiğinde fark ettiğin diğer sahte parıltılı yıldızlar senin için tutanak olmayacak. O vakit güneşi aramak da sana fayda vermeyecek. Çünkü boşlukta kaybolacaksın. Gel, yıldızlarımıza ışık veren Güneşi beraber bulalım. İşte o zaman aydınlığın daim olur. Sadece bir defalık içindeki seni sustur ve dinle. Göreceksin ki dinlemeye başladığın vakit içindeki “asıl sen” konuşmayı öğrenecek. İşte o zaman kâinatta söylenmeye değer neler bileceksin de, bu vakte değin harcadığın ömrüne “ah” edeceksin… Çünkü veren Allah, alacaktır bir gün parlaklığını. O nedenle övünme, gururlanma, eğo yapma, yukarıdan bakma…
Ozanın şu dörtlüğü ne güzel anlatır durumu;
“Şu dünyadan arzın aldın, kâmın aldın, haz aldın
Hizmet için varım dedin, efeliği baz aldın.
Ne büyüktün… Zaman içre ufaldın ve azaldın;
Gururlanma pâdişâhım, senden büyük Allah var!”
“Ağam geçer, paşam geçer, aradaki bağ geçer. Ömür geçer, kudret geçer, selam geçer, yağ geçer. Be hey usta! Devran geçer, zaman geçer, çağ geçer.”
Kimler geldi kimler geçti, hiç kimse baki değil, herkes yaptığıyla anılır…
Yıldızınla parladığın doğru,
Fakat,..
Yıldızınla sönmeden evvel Güneşe doğru dön bir bak…
Şimdi artık susuyorum, ben söyledim sözümü. Yüce Mevla’m bağışlasın, karartmasın yüzümü. Nefsim için tek söz etmem, bilen bilir özümü; bazen bir kelebeğin ömrü kadardır hayat. Ne kırmaya gelir, ne de kırılmaya
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim.
Kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım…’
Olduğu gibi görünen, ya da göründüğü gibi olan herkese sevgi ve muhabbetle selam olsun… Ömrünüz şiirler tadında ve şiirlerin bahane dostlukların şahane olduğu zamanlarda geçsin ama zamanı heder etmeyin severek geçirin olur mu?.. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun, gecenizden doğan sabahınıza selam olsun… Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir gün bir yerlerde, yeniden görüşmek ümidiyle…
23 Ocak 2009
#öskurşun#
( https://kursunsabriomer.blogspot.com.tr/…/yldz-ile… )