Her güzelliğe zor erişilir.
Şimdi okuyacağınız evin üçüncü kattaki balkonu da öyle.
Seksen tane parlak-temiz iç merdivenden sonra balkona gelip oturduğunuzda; “oh be.. değdi valla..” diyorsunuz..
Aşağıda, bir yeryüzü cenneti olan Fethiye Körfezi ve içinde kuğu güzelliğinde uzanan onlarca yat..
Binanın güney ve batısı, tamamen kayanın-taşın içine doğru girilerek oluşturulmuş bir konut burası.
Milattan Önce 350 yılında inşa edilen Likya’lı Amintas Kaya Mezarlarını andırıyor bir parça.
Evin sahipleri Yıldırım ve İkbal Kayaman.
Yıllardır Almanya- Fethiye arasında gidip-gelerek yaşamlarını sürdürmekteler.
Birkaç gün konuk olduğumuz Karagözler Mahallesindeki bu taş evin balkonu ve balkon sohbetleri unutulmaz.
Mekanların tek başına ne anlamı var?
Sohbetlerde insan ve zaman olmalı değil mi?
Nitekim öyle de oldu, aldı sazı bizim bacanak Yıldırım ve anlattı çocukluğunu, İkbal Ablanın nefis çay- börek ve sütlü kahveleri eşliğinde..
“Bacanak üç-dört yaşlarındayım, şu aşağıdaki eski iskeleye demirlemiş bir vapur.. bekliyor yolcularını..”
Ben araya giriyorum, “herhalde 1945-46 yılları olmalı ve vapur da İzmir- Çanakkale yönüne doğru mu gidecek?
“Evet öyle galiba, ben çocuğum, küçük, tam da farkında değilim, bir elimden annem çekiyor vapura doğru diğerinden babam çekiyor geriye doğru..”
“Yani babam, annemi Çanakkale’den getirmiş, evlenmişler, bir kaç yıl sonra geçimsizlikten annem beni ve kız kardeşimi yanına alıp ayrılmak, Çanakkale’ye dönmek istiyor, ama babam bizi bırakmıyor, çekişme ve çekiştirme epeyce sürdü, sonunda babam beni annemin elinden koparıp aldı, annem de ağlayarak vapura doğru gitti, annemi son görüşüm odur.”
Sonra?
“Sonrasında babam yeniden evlendi, üvey anne ve kardeşlerim oldu, bizim analık beni hep öz evlatlarından ayırdı, sanat okulunu bitirip kapağı Almanya’ya attım, kaçtım oraya demek daha doğru galiba..”
Ve İkbal Hanım ile evlilik, bir oğul Emrah ve torunlar..
Ve yazları Fethiye’de, sonrası Almanya’da geçen yarım asrı aşan bir ömrün gel-git’leri..
Sohbetlerin ilerleyen saatlerinde Alman-Türk kültür farklarından-siyasete, ekonomiden, teknolojiye dek konular genişledikçe ilerledi..
Her insan öyküsüyle var..
Kayamanların binlerce ayrıntı içeren yaşam öyküleri var..
Almanya’da Türklere bakıştan, ilk zamanların yoksulluk ve yoksunluğuna, gurbetçi olmanın getirdiği yalnızlık ve özlemlerden, aile içindeki çatışmalara, yaz buluşmalarındaki coşkulardan, ayrılış burukluklarına kadar nice hüzünlü, acı-tatlı an’lar, anılar, yaşanmışlıklar, özlemler,sevinçler..
Hepsi de yaşamın devam ederek değişen ve değişerek devam eden sonsuz diyalektiğinin sonuçları..
Ve hafızalardan hiç gitmeyecek olan tek görüntü; küçük bir çocuğu ellerinden ileri-geri çekiştiren anne ve baba..
Ve parçalanan sadece bir aile değil, etkisi; o “şanssız” çocukta yıllarca sürecek olan duyguların, özlemlerin de param parça oluşuydu..
Gece ilerlemişti..
Dolunay, denizin üzerinde kuğular gibi dizili yatların sessiz salınımında yakamozlarını sergiliyordu..
Dedim ki, “bakın aşağıya, enseyi karartmayalım, yaşam her koşulda güzel, gelecek daha da güzel olacak, kaldıralım kadehleri..”
Ve bu öykü Kayaman ailesinin yaşamına armağan olsun..