Tarihin derinliklerinde kurulan uygarlıklar şehirlerini kurarlarken öncelikle iki binanın yapımı ile başlarlarmış işe. Bu binalardan ilki “Hamam” diğeri ise “Tiyatro”larmış. İlkinin bedeni, diğerinin ruhu temizlediğine inanılır ve bu iki temizliğe sahip olunmadan bir yerlere gelinemeyeceğine inanılırmış. Bunun en güzel örnekleri de ülkemizdedir aslında. Pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Anadolu’muzdaki tarihi eserlere baktığınızda günümüze ulaşan kalıntılar arasında en çok hamam ve tiyatrolara rastlarsınız. Zira tüm eski uygarlıklarda bir ülkenin gelişmişliği tiyatro sayısıyla ölçülürmüş.
Ülkemizde bu kadar antik tiyatro varken, günümüzde sayıları o kadar az ki bu tiyatroların. Olan üç-beş tiyatro ise birer birer kapatılıyor. İstanbul’un simgesi olan tiyatrolarla başladılar öncelikle işe. Şimdi ise sıra Ankara’nın adeta simgesi olmuş tiyatrolara geldi. Şinasi ve Akün Sahnelerinin kapatılması, binalarının satılması, yıkılması gündemde şimdi de. Oysa tiyatrolar halkındır, satılamaz. Hem bu tiyatrolar halkın girişimleriyle var edildiler ve geldiler günümüze. Şimdi ise rant hesaplarına kurban edilmek isteniyor. Peki sanata, özellikle tiyatroya bu düşmanlık, kin niye?
Yazık ki ülkemizin bir kültür politikası yok. Zaten olsaydı bu ülkede heykellere “ucube” denmez, sanata tükürülmez, sanat eserleri sansürlenmez, tiyatrolar satılmaz, yıkılmazdı. Gerçi görünen o ki hükümetin kültür politikası onu yok etmek anlamında kullanılmaya başlanmış. Eski uygarlıklar tiyatroya ne kadar önem vermişlerse bizim hükümetimiz o kadar hor görüyor, aşağılıyor, yok etmeye çalışıyor. Oysa yaptıkları şeyin yel değirmenlerine açılan bir savaştan farksız olduğunu da anlamıyorlar. Zira bu milletin damarlarına kadar işlemiş sanatı yıkıp atmak kolay değildir. Sanat her daim ayakta kalacaktır. Sanatçı “rağmen” de olsa sanatını yapacaktır.
Aslında çok merak ediyorum Sayın Kültür Bakanımız biliyor mu Almanya’da, İtalya’da, İngiltere’de, Fransa’da kaç tiyatro var, bizde kaç tane? Bir araştırsa ve karşılaştırsa ne güzel olacak. Belki anlar o zaman tiyatronun önemini ve gelişmişlik düzeyiyle olan ilgisini. Belki o zaman tiyatroların kapanmasına izin vermez, aksine yeni tiyatroların açılması için gerekli mücadeleyi gösterir. Tarihe tiyatroları yıkan adam olarak değil de tiyatro yapan ve tiyatro sanatının gelişmesi adına çaba harcayan bir adam olarak vurur damgasını. Zira bu satışlara ve yıkımlara göz yumacak olursa tarihe tiyatroları yıkan kişi olarak damga vuracak ve çok kötü anılacak.
Ulu Önder Atatürk’ün de dediği gibi “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Ve hayat damarlarımız koparılıyor birer birer… Hükümet koparıyor hem de. Nedeni ise çok basit. Tiyatro muhaliftir çünkü. Tiyatro yapıcıdır, birleştiricidir, uyarıcıdır, asidir. Uysal değildir. Tiyatro insanlara, hak aramayı, kendileri olmayı, suskun kalmamayı öğretir. Tiyatrocu, yani sanatçı, ama gerçek sanatçı sancılıdır. Toplumun acılarına sessiz kalamaz. Kışkırır ve kışkırtır. Güzeli, iyiyi ve doğruyu ister tiyatro. Tabii bunlara katlanamaz bazıları. Bütün bunlar için yıkarlar kültür merkezlerini. Bütün bunlar için çorap örmeye kalkarlar sanatçıların başına. Ve işin garip yanı bu uyutmaca-götürmece-dönüştürmece sessizce devam ederken tiyatro oyuncuları dışında pek ses çıkaran da yok. Tiyatroların gerçek sahipleri, yani izleyici olan bitene de seyirci kalmaktadır yazık ki.
Unutmamamız gereken şey, tiyatronun yaşam olduğu gerçeğidir. Eğer bugün onu elimizden almalarına izin verecek olursak yaşamımızı da teslim etmiş sayılırız. Şinasi ve Akün Sahnelerinin satışına “Dur” diyelim.
Arzu Kök