”Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor”
Hazan mevsiminde çınarın dökülen yapraklarından biri de değerli sanatçımız BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU…gerçek adı Ali Bedrettin.Unutulmaz şiirlere,tablolara, duvar resimlerine imza atmış, sanatın pek çok dalında eserler vermiştir..Giresun Görele 1913 doğumludur…
Bedri Rahmi’nin hayatındaki önemli olaylardan bazılarına bakalım..
1928’de daha lise öğrencisiyken şiir yazmaya başlamıştır. Şiirlerine, 1933’ten sonra Yeditepe, Ses, Güney, İnsan, İnkılapçı Gençlik ve Varlık dergilerinde yer verilmiştir. 1941’de ilk şiir kitabı ”Yaradana Mektuplar” yayınlandı… 1948’de de ikinci şiir kitabı ”Karadut’‘ yayımlandı..daha sonra şiir kitapları ve gezi deneme alanında da kitapları yayımlanmıştır..Halk edebiyatının masal, şiir, deyiş gibi her türüne karşı duyduğu hayranlık, şiirlerine de yansımıştır. Halk diline yaklaşma çabasını sonuna dek götürmüştür. Bu nitelikleriyle şiirleri, resimleriyle büyük bir benzerlik gösterir. Akıcı, rahat bir dille kaleme aldığı gezi ve deneme yazılarında ise sürekli gündeminde olan halk kültürü, halk sanatı konularındaki görüşlerini sergilemiştir.
Trabzon yıllarındaki lise müdürünün çok sert davranışları yüzünden bir çıkış arar, oradan kurtulmak istemektedir. Okula atanan ünlü ressamlardan Zeki Kocamemi’nin öğrencisi olur, yeteneği keşfedilir. Güzel Sanatlara girer, hocası İbrahim Çallı okulu bitmeden onun hemen Paris’e gitmesi gerektiğini babasına söyler. Paris’te kübist ressam ANDRE LHOTE’ un öğrencisi olur. Romanya asıllı eşi Ernestine Letoni Eren Eyüboğlu ile burada tanışır. Eren Eyüboğlu ülkemizin önemli kadın ressamlarındandır.1988 yılında vefat etmiştir. Sanatçı yapıtlarında folklorik özellikleri plastik değerlerle bütünleştirmiş,çok sayıda eser vermiştir…Bedri Rahmi LHOTE ‘un öğrencisidir fakat zaman içinde DUFFY ve MATİSSE’i kendisine yakın bulur…
Yurda döndüğünde Cemal Tollu, Nurullah Berk, Elif Naci, Abidin Dino’nun da içinde olduğu ”D Grubunda” yer alır. Osmanlı döneminden beri 4. Sanat birliği olduğundan 4.harf olan D seçilir gruba ad olarak…
İlk sergisini Bükreş’te açar. Ciddi parasızlık çektikleri bir dönemdir eşi Eren bu sergiyi organize ettirir, çok beğenilir ama hiçbir resmi satılmaz…
Bir dönem Tekel genel müdürlüğünde çalıştığı sırada SİPAHİ sigarasının ”Koşan Mızraklı Atlar’‘adlı kutu resmini yapar
1936’da Güzel Sanatlar Akademisi diploma yarışmasında”HAMAM” adlı tablosuyla birinci olur. Bu tabloyu traş fırçasıyla tuval üzerine yapmıştır…
1939′ da oğulları Mehmet Hamdi doğar…
Bedri Rahmi birçok ressamın katıldığı Cumhuriyet Halk Partisi’nin kültür programı çerçevesinde resim yapmak için 1938’de Edirne’ye, 1941’de de Çorum ve İskilip’e gitti. Bu dönem resimlerinde köy manzaraları, köy kahveleri, faytonlu yollar, iğde dalı takmış gelinler gibi Anadolu’ya özgü görünümler egemendir. Ve sonrasında da Anadolu motifleri resimlerinin çoğunda görülür…
TÜRKÜLER DOLUSU şiirinden son bölüm nasıl da güzel özetliyor Anadolu’ya aşkını…
”Şairim /Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası /Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam /Şairliğimden utanırım..”
Ünlü KARADUT şiirinin öyküsüne gelince…
Karadut şiirinde kullandığı çatal karam sözcüğü ,İskilip’te resim yaptığı sırada çocukların avuçlarında yiyerek geldiği simsiyah üzümün adıdır…Anadolu O’na ne güzellikler emanet etmiştir…”Karadut” şiirinin de son bölümünü alalım yazımıza:
”Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan/Yoluna bir can koyduğum/ Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem /Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın /Kadınım, kısrağım, karımsın…”
Büyük kulüpte 1949’da okur ilk kez…ve şiir bittiğinde hıçkırıklara boğulur Bedri Rahmi…Karısı için değil, güzel sanatlara üç yıl önce gelen Mari Gerekmezyan için yazmıştır bu şiiri. Mari, Türkiye’nin ilk kadın heykeltraşlarındandır..heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmiştir ve Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapmıştır…Bedri Rahmi ise onun çeşitli portlerini yaparak ve ona şiirler yazarak yanıtlamıştır bu aşkı…artık bütün İstanbul bilmektedir…
Bedri Rahmi bu büyük aşk döneminde çok sayıda eser verdi, sanatında bir patlama yaşadı. Ancak Mari 1946’da menenjit tüberküloz kapmıştı. Savaş yeni bitmişti, ilaç ateş pahasıydı. Sevgilisini kurtarabilmek için tablolarını bir bir elden çıkardı, ancak o yıl Mari’yi kaybetti…yıkılmıştı…
Eşi Eren bu dönemlerin hepsinde yanında oldu…KARADUT şiirini söyleyip hıçkırıklara boğulduğu güne kadar. Bu geceden sonra Eren Eyüboğlu Paris’ te yaşamaya karar verdi..Bir süre sonra ise bir mektup yazıp, onu oğlunun yanına babası olarak gelmesi için çağırdı. Bedri Rahmi oğlunun ve eşinin yanına döndü…
Bedri Rahmi 1940’lardan sonra duvar resimlerine yöneldi. İlk duvar resmini 1943’te İstanbul’da, Ortaköy’deki Lido Yüzme Havuzu için yaptı. Sonradan Reina olmuştu bu mekan. Mozaik çalışmalarına 1950’de başladı. 1958’de Uluslararası Brüksel Sergisi için 272 m²’lik mozaik bir pano gerçekleştirdi ve bu yapıtıyla serginin büyük ödülü olan altın madalyayı kazandı.
Bir dönem Paris’e yeniden gitti İnsan Müzesi’nde (Musée de I’homme) ilkel kavimlerin sanatını inceledi. Bu incelemeleri “güzel”in aynı zamanda “yararlı”da olabileceği, “yararlı” olmanın “güzel”in gücünü eksiltmeyeceği düşüncesine ulaşmasına yol açtı. Bu düşünce ise onun bundan sonraki sanat görüşünü tümüyle etkiledi,
Zamanla DUFY’ nin etkisinden sıyrılan Bedri Rahmi halk sanatını sağlam bir kaynak olarak görmeye başlamıştır. Halk sanatından yola çıkarak yeni anlatım biçimleri aramıştır. Minyatürlerden de esinlenmiştir. Anadolu kilimlerinin geometrik, soyut biçimleri, çini, cicim, heybe, yazma ve çorapların bezeme düzeni ve renk uyumlarını kaynak olarak kullanmış, motifin ağırlık kazandığı süslemeci bir tutumla resimler yapmıştır. Ancak, yalnızca motifleri resme uygulamakla yetinmemiş, renk ve malzeme araştırmalarına da girmiştir. Çeşitli teknikleri deneyerek gravür, mozaik, heykel ve seramik alanlarında birçok ürün vermiştir. Yine bir halk sanatı olan yazmacılığa da yönelmiş, kumaş üstüne baskılar yapmış, bu çalışmalarını öğrencileriyle birlikte de yürütmüştür.
”İSTANBUL DESTANI” şiirinin son bölümüyle .. bir varmış bir yokmuş… diyelim:
”İstanbul deyince aklıma bir masal gelir,bir varmış, bir yokmuş…
İstanbul deyince aklıma /Koca Sinan gelir
On parmağı on ulu çınar gibi /Her yandan yükselir
Sonra gecekondular gelir ardı sıra /İsli paslı yetim
Eyy benim dev memesinde cüceler emziren
Acayip memleketim…”
Dillerimizden düşmeyen ”Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’‘ türküsünün öyküsünü Ali Kocatepe’den alıntılayalım…
Şiirin adı “Zindanı Taştan Oyarlar“. İlk dizesi de “Bursa’nın ufak tefek yolları” diye başlar. Ama müzikseverlerin büyük kısmı bu başlık ve giriş cümlesinin aslında ezbere söyledikleri bir şarkının dizeleri olduğunu bilmezler.
Oysa şarkının adı “Yiğidim Aslanım” desek ve “Şu sılanın ufak tefek yolları” diye başlasak hemen sonunu getirirler.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, yakın arkadaşı Nazım Hikmet Bursa’da hapishanede açlık grevi yaparken yurtdışındaymış. Ona destek amacıyla bir şiir yazmış:
”Zindanı Taştan Oyarlar”
“Bursa’nın ufak tefek yolları/ Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri/ Tepeden tırnağa şiir gülleri/ Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.” diye başlayan…
Eyüboğlu, Nazım Hikmet’i anlatmaya devam ediyor:
“Zindanı taştan oyarlar/ İçine bir yiğit koyarlar/ Sağa döner böğrü taşa gelir/ Sola döner çırılçıplak demir/ Çeliğin hası da yiğidim aman böyle bilenir / Döşek melul mahzun, yastık batıyor/ Yiğidim aslanım aman burda yatıyor.”
Bedri Rahmi’nin dizeleri uzun. Bir kaç dize daha alalım:
“Dilinde dilimi bulduğum/ Gücüne kurban olduğum/ Anam babam gibi övdüğüm/ Dayan hey aslan ustam, a benim yiğidim dayan…”
Şiirin finali de şöyle:
“Sen Kızılırmak kadar bizimsin/ En büyük ustası dilimizin canımız ciğerimizsin/ Bugün burdaysa şiirin, yarın Çin’dedir/ Bütün hışmıyla dilimiz kökünden sökülmüş bir çınar gibi yüreğimiz içindedir./ Bugün burdaysa şiirin yarın Çin’dedir/ Acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla/ Bir yanı nur içinde tertemiz/ Bir yanı sızım sızım sızlayan memleketimiz içindedir.
Nazım Hikmet’i 1963’te, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu 1975’te kaybettik. “Zindanı Taştan Oyarlar” adlı şiiri Zülfü Livaneli üç dizesini ele alarak “Yiğidim Aslanım”“ adıyla besteledi. Yakın arkadaşı Uğur Mumcu’ya dinletti, şarkıyı çok beğenmişti, gözleri dolmuştu…Uğur Mumcu’nun suikaste kurban giderek yaşamını yitirmesinden sonra bu şarkı O’ na ithaf edildi. Yıllardır tüm demokrasi kurbanları için söyleniyor…
Derleyen:Hikmet Işık Cankat