Bitmeyen Hayallerin Şehri İstanbul! Sanayileşme hamlesi ve devlet politikalarıyla desteklenen göçler sebebiyle 1960’ta 1 buçuk milyon, 10 yıl sonrasında ise 2 buçuk milyon sınırına dayanmıştır. İstanbul böylesine hızlı bir değişimden geçerken Türk Sineması bu duruma kayıtsız kalmamıştır. Sinema salonlarının Anadolu’da yayılmaya başlamasıyla Anadolu’ya da hitap edecek filmler üretilmeye başlanmıştır. Böylece seyirci beyaz perdede köyden göçüp şehre gelmiş insanların serüvenli yolculuklarını izlemiş ve kendi göç serüvenlerine sürüklenmiştir. Bu serüvenli yolculuklar (dünya sinemalarında) genellikle her ülkenin büyük kentlerine doğru olmuştur. Türkiye’deyse İstanbul’a doğru.
Bu tarihlerde Yeşilçam bakacağı her yere/olaya İstanbul’dan bakmış, göstereceği her şeyi İstanbul gözünden göstermiştir. Filmlerde; Anadolu, köy, kent, insan, geçmiş, gelecek, hayal, gerçek daima İstanbulcadır.
Türk sinemasında İstanbul, genellikle “mutluluğun vaat edildiği şehir “ olarak canlandırılarak 1950 ve 1960’ların filmlerinde masalımsı bir anlatımla tasvir edilmiştir. İstanbul’un burjuva kesiminin gösterişli hayatından kesitler sunan filmler, yoksul ortamlarda yaşayan ve büyük şehirlere göç etmek isteyen Anadolu seyircisine batılı İstanbul hayatı üzerine hayaller kurdurmuştur. “Keşke ben de İstanbul’da yaşayabilsem” duygusunu filmlerden edinenler büyük umutlarla İstanbul’a gelmiş ancak filmlerdeki masal içinde değil gecekondularda yaşamak zorunda kalmışlardır.
İstanbul ilk kez 1952 de Ömer Lütfi Akad tarafından çekilen “Kanun Namına” isimli filimde adam tam anlamıyla kamera karşısına çıkmıştır.
Türk sinema tarihinde köyden kente göçün ilk kez konu edildiği “Gurbet Kuşları” isimli film Haydarpaşa Garı’nda başlamaktadır. Kahramanmaraş’tan İstanbul’a “Efendi” olmaya gelmiş, Fatih-Çarşamba’da gelir düzeyi düşük insanların yaşadığı bir mahalleye yerleşen ailenin serüvenini konu alan filmde şehir kültürünün yarattığı yabancılaşmayla ailenin çözülme süreci ve verdikleri mücadele anlatılmaktadır. Filmin bir sahnesinde; “Burası İstanbul! İstanbul esnafından bir yumurta mı aldın? Gör bak sarısı içinde mi?” diyen alenin babası Tahir Ağa ne yazık ki sarfettiği cümleyi tecrübe etmiştir. Film ailenin Kahramanmaraş’a geri dönmeleriyle son bulsa da aynı filmde benzer sebeplerle İstanbul’a göç eden bir karakter olan “Haybeci”’ nin serüveni ise ailenin tersi bir süreç takip etmiş ve akıllarda soru işareti bırakmıştır. 1964 yılında 1. Antalya Film Şenliği’nde en iyi film ve en iyi yönetmen ödüllerini alan filmin senaryonun kaynağı Turgut Özakman’ın “Ocak” adlı oyunudur ve senaryo konusunda Orhan Kemal’den destek almıştır.
Bir rüya gibi takdim edilen ve toplumsal belleğe bu şekilde yerleşen İstanbul’un bir karabasana dönüşmesinin canlandırıldığı yapımlardan biri Eminönü ve civarında geçen, Aziz Nesin’in mizahını andıran Ali Özgentürk’ün “At” filmidir.
Okuma yazma bilmeyen bir köylünün, oğlunun “büyük adam” olabilmesi için İstanbul’a göç etmelerini konu alan filmde baba sebze meyve satmakta, geceleri satış yaptığı arabanın üzerinde oğluyla birlikte uyumaktadırlar. Fakat baba bütün çabasına rağmen yeterince para biriktirip oğlunu okula gönderemez. Bir gün parkta tanıştığı bir adamdan parasız yatılı okullar olduğunu öğrenir, ancak kayıt için tek şart babanın ölmüş olmasıdır. Askeri darbe, siyaset, ekonomi, kültür, eğitim gibi birçok konuyu içeren filmin düğüm noktasını bu husus teşkil etmektedir. Yardımcı yönetmen koltuğunda Yılmaz Güney’in olduğu film İtalya, İspanya, Brezilya, Japonya, Çin’de ödül almıştır. Darbe ve sansürün etkisiyle üstü kapalı bir anlatım tercih edilen film Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu anlatmaktadır.
Örnek olarak seçtiğim bu iki film izleyicinin (en azından ben öyle hiddettim) duygularını hareketlendirirken sorgulayıcı bir yaklaşıma bürünmesine sebep olmakta ve yürek yakmaktadır. Göç konulu filmler; göçmenlerin köyden kente taşıdıkları ekmek kavgasını anlatırken ülkenin sosyal-ekonomik-kültürel ayrım çizgisini ve büyük şehir ile kırsal arasındaki muazzam farklılığı gözler önüne sermektedir. Özlem ve hayal kırıklıkları ile bezeli filmlerde mutlu son beklentisi içinde olan seyirci tüm izlediklerine rağmen yine de hayal kurmaya devam etmektedir.