Her yıl 12-18 Aralık günleri yurdumuzda Yerli Malı Haftası olarak kutlanıyor. Bir yerli malı haftasını daha geride bıraktık.Yaşı uygun olanlar bilirler, çok uzun yıllar önce, çocukluk yıllarımızda bu haftayı okullarımızda, büyük bir coşkuyla kutlardık. Ailemizin bir gün önceden alıp hazırladığı mevsim meyvelerini, kuruyemişleri ve şekerleri okula götürüp kendimize bir güzel ziyafet çekerken sınıfta yerli malları ile ilgili şiirler okur, oyunlar oynardık. Bunları yaparken de yerli malı olduğu için yiyeceklerimizle ve giysilerimizle öğünürdük. Yiyeceklerimizin arasında ithal sebzeler ve meyveler, ithal içecekler, ithal süt ürünleri v.s yoktu. Üzerimizdeki kıyafetler kendi fabrikalarımızda dokunmuş kumaşlardan dikilmişti. Ayakkabılarımız çantalarımız yerli hammaddelerden yapılmıştı ve üzerlerinde yabancı markalar yoktu. En güzeli de kimse markacılık yapıp birbirine hava atmıyordu; çünkü yurdumuzda yerli malı üretilip yerli malı tüketiliyordu.
Öğretmenimiz: “Bir ülkenin siyasi alandaki gücü ekonomik gücüyle orantılıdır. Bir ülkenin kalkınması kendi yerli malını kendi fabrikalarında üretmek ve o mallarını kullanmakla olur. ” derdi. Ne kadar da doğru söylermiş meğer…
Ne değişti peki o günden bu güne? Neden üreten değil de tüketen bir Türkiye olduk.
1946-1980 yılları arasında altın çağını yaşayan yerli malına olan rağbet günümüzde aynı değil ve yerli malı haftası kutlamaları uzun yıllardır çoğu okulda aynı coşku içinde kutlanmıyor.Günümüze baktığımızda, yabancı markaları kullanmakta adeta birbirimizle yarışır hale geldiğimizi görüyoruz. Her birimizin üzerinde mutlaka yabancı malı giysi, evinde yabancı marka beyaz eşya, elektronik ürünler, arabalar görmek artık çok doğal oldu. Öyle caddelerimiz var ki baştan başa dolaştığımızda nerdeyse bütün mağazaların üzerindeki yabancı isimler ve tabelalar kendimizi yabancı bir memlekette hissettiriyor.
Zaman zaman bu durumdan rahatsız olduğumuzu dile getirsek de o tabelalara her gün bir yenisi daha ekleniyor ve bizler sadece söyleniyoruz. Tarım alanında güçlü kaynaklara, verimli topraklara sahip olan ülkemizin dış pazarlarla üretim ve kalite konusunda yarışacak güçte olduğunu hepimiz biliyoruz. İthal malların yurdumuza çokça girmesi, yabancı markalara olan özentimiz ve merakımız, kendi topraklarımızda üretilebildiği halde bazı ürünlerini dışarıdan satın alınması ülkemizdeki birçok fabrikanın kapanmasına neden olmuştur. Böylece tarım ve hayvancılık, doğal zenginlik kaynaklarımızın işletilmesinde gerilemeler olmuştur ve hatta durma noktasına gelmiştir.
İthal mallara aktarılan öz sermayemiz bize işsizlik olarak geri dönmektedir. Ne kadar yeri malı üretir ve kullanırsak o mallara o kadar talep olur. Bu talep sonucunda da üretim artar, fabrikalar kurulur, işsizlerimiz iş bulur ve gelişen bir Türkiye oluruz.
Marketlerin raflarında yabancı marka yoğurtlar, sütler, yağlar, peynirler, manav reyonlarındaki ithal sebze ve meyveler, meyve suyu ve gazozlar alıcı bulmasa, yazılı ve görsel basında de reklâmları yapılmasa bunlar bir süre sonra piyasadan kalkar, kendi ürünlerimizi onların yerinde görmeye başlarız. Kendi tekstil ürünlerimiz yabancı markalarla yarışacak kalitede ve biz yabancı ülkelere bu ürünlerimizi ihraç ediyoruz. Onlar tekstillerimize kendi markalarını yapıştırıp ithal ürün olarak geri yolluyorlar. Bizler de yabancı marka meraklısıyız ya hemen atlıyoruz. Ne kadar acı değil mi? Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul Milli Sanayi Birliği’nin yerli mallar sergisinde şunu söylemişti:
“Türk yurdu, Türk iktisadıyla, Türk eliyle, Türk tarihiyle yükselir. Türkler, Türk malı alınız, Türk malı kullanınız; Türk parası Türk toprağında kalsın!” Cumhuriyetimizin ilk kurulduğu yıllarda üretim yok denecek kadar azdı. Her şeyin yurt dışından alınması karşısında Atatürk, “Kılıçla kazanılan zaferler sabanla pekiştirilmezse kalıcı olamaz,” demiş ve her türlü maddenin üretileceği fabrikaların kurulması gündeme gelmişti. Etibank, Sümerbank, Şeker fabrikaları vb. girişimler böyle doğdu. 1929’dan itibaren kendi ürettiğimiz ürünlerin tüketilmesinin, kullanılmasının teşviki için Yerli Malı Haftaları kutlanması kararı alındı. “YERLİ MALI YURDUN MALI, HER TÜRK ONU KULLANMALI” sloganları tüm yurda yayıldı. Kendi ürünümüzün, bizim insanımızca üretilmesi, sermayemizin içeride kalması o yılların gurur verici gelişimiydi. Cumhuriyet Tarihimizin % 17’lik en yüksek kalkınma hızı, yabancı paralara karşı TL’nin değerli kılınışı dış ticaret fazlası o yıllarda gerçekleşmişti.
Gelin bu sloganı sık sık tekrarlayalım ve:
YERLİ MALI YURDUN MALI HERKES ONU KULLANMALI
diyerek kendi markalarımızı kullanalım.
hiç güzel değil benim istediğm ders bu değil