Neredeyse hayatın her noktasında ziyadesiyle var olan hiyerarşi ve kategorileşme kavramları; “komşuluk” algısının şekillenmesi sürecinde de somut unsurlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Statü, maddi koşullar, hane halkı sayısı ve konuttan beklentiler gibi somut başlıklar, toplumları içgüdüsel bir biçimde sınıflara ayırırken bireyleri de bu sınıflarda yalnızlaştırmaktadır.
1800’lü yıllarda Türkiye’de görülmeye başlayan, 1950’li yıllara gelindiğinde ise iyiden iyiye görünür olan apartmanlar, mimari açıdan konuşulduğu kadar sosyolojik boyutlarıyla da ele alınmalıdır.
Apartmanların, ilk olarak gayrimüslim vatandaşların yaşadığı Taksim, Şişli, Pera, Kadıköy gibi semtlerde görülmesi o dönemin bir ihtiyacına hizmet ediyordu. Nitekim ticaret ya da turizm gibi nedenlerle gidilen bir ülkede merkezi noktada yaşamak tercih edilesi bir durumdu. Ancak yerleşik yaşama geçildiğinde fayda unsuru olarak daha farklı kıstaslar karşımıza çıkmaktadır.
Bir evi kiralarken ya da satın alırkenki öncelikler, evin içerisinde yaşamaya başlandığında önemsiz hale gelebilmektedir. İşte komşuluk tam da bu noktada devreye girer. Kadim kültürümüze pek de uymayan apartman ve rezidanslar bizi hiç tanımadığımız insanlarla birlikte yaşamaya mecbur bırakmaktadır. Hiç bir paylaşımın olmadığı komşularla ilk olarak duvarlar paylaşılmaya başlanmakta, sonra ise o kâğıttan duvarlar vesilesiyle tüm mahrem. Çocuklar ise; toprakla ve sokakla bağları kopartılmakla kalmayıp kendilerini en özgür hissetmeleri gereken yerde, yuvalarında sessiz kalmaya zorlanmaktadır.
Ve fakat apartman sakinlerinin oluşması esnasında, “toplumsal yaşamda benzer hassasiyetlere sahip olmak” özelliği yerine, kişilerin mesleği ve gelir durumu gibi daha somut kriterler aktif olarak tercih edilmektedir. Hatta fayda – maliyet dengesizliğine sahip bir takım sitelerin fahiş fiyatlarla kiralanmaya çalışılmasına gerekçe olarak “Kaliteyi Korumak Amacıyla” yanıtı verilebilmektedir. Komşuluk algımız; kaliteli insan olmayı, yüksek gelire sahip olmakla özdeşleştiren insanlar tarafından yeniden şekillendirilirken, insani hassasiyetlerimiz de bu sınıfsal ayrıştırmalar arasında yok olup gitmekte ve üst katta oturmayı sosyal statü olarak gören kişi, alt kattakinin yaşam kalitesini asgariye indirebilmektedir. Zira bin bir zorlukla ve hevesle aldıkları evi kiraya verip şehir değiştirmek zorunda kalan insanların olduğu günümüzde, bırakın atalarımızın “Ev alma; komşu al” tavsiyesine uymayı, emlakçılık mesleği dolayısıyla ev sahibimizi tanıma ya da seçme hakkına dahi sahip değiliz.
Geçmişte komşuluk o kadar rutinimizin bir parçasıydı ki; bana komşuların özellikle çocukların birbirlerine daha rahat gidip gelebilmeleri için apartmanların tasarlandığını düşündürtüyordu. Akşam ezanından sonra dışarı çıkamayan bir nesil olarak pijamalarla bile komşuna gidebilecek olmak ne büyük konfor olmalıydı. Günümüzde inşai anlamda komşuda ne piştiğini bilecek kadar yakın konumlandırılan evlerimizde, insani manada bir o kadar uzak kalmayı tercih etmek hangi gerekçe ile açıklanmalıdır? Varlığını bilmeyenlerin yokluğuna razı oluşları olabilir mi? Ya da kendimizi, zihinsel dönüşümü tamamlamadan kentsel dönüşümün içerisinde buluvermek… Sebebi her ne olursa olsun bu hayattaki varlığımızı “Yerleşik Ölüler” tanımından uzaklaştırabilmemiz için her birimizin ilk önce fıtrata uygun konutlara, sonrasında ise aidat ödemenin dışında daha farklı müşterek faaliyetlerde de bulunabileceğimiz komşulara ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız.
Aramıza hoşgeldiniz Tuğba Hanım. Yazınızı beğeniyle okudum. Köşenizin isim tercihindeki betimleme gibi “uzun” soluklu bir yazın hayatınız olmasını dilerim.
Çok haklısın….hem de haddinden fazla haklısın ?
“komşuluk” algısının şekillenmesi sürecinde de somut unsurlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Statü, maddi koşullar, hane halkı sayısı ve konuttan beklentiler gibi somut başlıklar, toplumları içgüdüsel bir biçimde sınıflara ayırırken ve bireyleri de bu sınıflarda yalnızlaştırmaktadır.
Aramıza hoş geldiniz Tuğba hanım. Renkli kişiliğiniz, yüreğinizdeki taze heyecan ve sıcaklıkla sayfamıza renk kattınız. Renkliliğiniz, heyecanınız ve yüreğinizdeki sıcaklık hep var olsun, daim olsun.?
Çok teşekkür ederim Necla Hanım. Benim de dileğim; hayatımın bundan sonraki kısmında bundan öncesinin telafisini yapabilmek. Keyifle okuyup yazabileceğimiz güzel günlerimiz olsun ins.
Haklı olmanın mutlu etmeyeceği hassas konularımızdan ne yazık ki Fatma Hanım. Umarım bir çok şeyde olduğu gibi bu konuda da eskiye dönüş bir an evvel başlar ve bizler bunu heyecanla kaleme alırız ??
Eksik olmayın Ayşe Hanim. Sayenizde kendimi hiç yeni hissetmedim. Tüm samimiyetinizle ve sicakliginizla beni kucakladiniz. Güzel dilekleriniz için çok teşekkürler ?