Gözlerinden alev çıkar gibi baktı. Sert bir şekilde oturdu. Sanki biriyle kavga etmiş hâli vardı. Sinirli ve tutarsız bir vücut diliyle gözlerini çevirdi.
Yanlış bir hareket mi yaptım veya tanıdık mı da şaka yapıyor diye aklımdan geçti. Azarlar gibi “Nerede çalışıyorsun,” dedi.
“Görev yerim Venüs,” Dedim.
“Görev yerine ne zaman gidiyorsun,” diye sordu. Herhâlde bu kadar insan arasında “Kaçık” beni buldu, diye düşündüm.
“Sabah serininde” dedim.
“Orada kalmaya yerin var mı?” dedi.
“Kendimize ait bir oba kurduk.”
“Duymadım nasıl oldu.”
“Aya geçerken, düz ve güzel yeşillik bir arazi, uğradık ve bir daha ayrılmadık.”
“Her gün gidip geliyor musunuz?”
“Gelmiyoruz, ay neti kullanıp uzaktan çalışıyoruz. Obadan dünya, ay ve marsı tarayabiliyoruz. Venüs’ten aya dolmuşçuluk yapan mekikler var, onlarla arada aya gidip geliyoruz. Bazen de o mekikler ihtiyaçlarımız için bizi dünyaya da bırakıyorlar.
“Mekikler nereden kalkıyor.”
“Boğa heykelinin yanından. Venüs’ten aya ise gül kale denilen yerden kalkıyor,” dedim.
Gemi Kadıköy iskelesine yaklaşınca kalktım. Çantasından çıkarttığı dosyayı karıştırdı. “İsmini ve Venüs’te ne görev yaptığını bulamadım,” dedi.
“Yarın sabah boğa heykelin yanına gelirseniz öğrenirsiniz,” dedim.
Ay, Venüs ve Mars gibi gezegenlerden bahsedince, karşımda oturan sakallı amca, yazık heyecanlandı ve “Uşağım, başladınız mı seferlere,” dedi. Baktım, düşündüm heyecanını kırmama adına, “Dün gittik ve geldik, terlik ve eşofman gibi ihtiyaçlarımızı temin edip yarın döneceğiz.” Dedim.
Gemiden indim ve boğa heykeli tarafına doğru yürüdüm.
Büyük bir ihtimalle, gözleri alev saçan şef, peşimden geliyordur. Uşağım ne zaman uçuyorsun diyen sakallı amca da akşam kendi uşağına, bana benzesin diye “Deri çanta” alacak kadar heyecanının esiridir.
Yalnız kesinlikle şef, adımı ve Venüs’te ne iş yaptığımı ay netten arayacaktır.