İnsanın hikâyesi yenilgi ile başladı.
İmtihan yenilgi ile başladı ama sabredenler ve mücadele edenler için “akıbet muttakilerindir” (Hud, 11/49) müjdesi verildi.
Hz. Âdem (a.s.) ve Hz. Havva (a.s.) İblis’e yenildi.
Sonuçta cennetten dünyaya indirilip; tövbe ederek, sabrederek, şükrederek, çetin bir mücadele ile emek vererek cennete geri dönüşün yolu açıldı.
Ve hem kendilerini hem de nesillerini meleklerin üstünde bir makama namzet kıldılar.
Habil Kabil’e zahirde yenildi ve katledildi ama kazanan O oldu.
Biri kıyamete kadar dua ile diğeri beddua ile anıldı.
Hz. Nuh (a.s.) kavmine yenildi, eşi ve oğlu Kenan dahi iman etmedi…
Hz. İbrahim (a.s.) Nemrut’a yenildi, O’nu ateşe attılar…
Hz. Yusuf (a.s.) ilk başlangıçta kendi kardeşlerine yenildi, kuyuya atıldı…
Hz. Peygamber (s.a.v.) doğduğu kutlu şehir Mekke’de kendi kavmine yenildi; Taif’te destek aradı, bulamadı, onlara da yenildi. Aradığı destek Medine’den geldi.
Sokrat’ta yenildi, sadece düşüncelerinden dolayı baldıran zehriyle ölüme mahkûm ettiler.
Abd’li Müslüman Gazeteci Fred A. Reed “’Boş Mezar’dan İslam’a” makalesinde Bediüzzaman Said Nursi’nin şahsında yenilginin insanı nasıl büyüttüğünü şu cümlelerle anlatır:
“Bediüzzaman Said Nursî’nin faaliyetlerini tek kelimeyle ifade etmem gerekirse, bu kelime ‘başarısızlık’ olur. Onun İslâm’a bayraktarlık yapan Osmanlı’yı kurtarma teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı. Jön Türkler tarafından alay konusu yapılan Sultan’ın despotizmine karşı mücadelesi neticesiz kaldı. Keçe Külahlılar denilen milis alayının komutanı olarak Rus saldırılarına karşı direnişi, Rusları durdurmaya kâfi gelmedi. Uzak Anadolu’da Türk ve Kürt kardeşleri bir araya getirecek, Batı teknolojisi ile İslâm geleneğini birleştirmeyi hedefleyen yeni eğitim projesi rüya olarak kalmaya devam etti. 1925 yılına gelindiğinde, onun dünyası darmadağın oldu.
Hırslı Batı toplumunun lügatinin gözde kavramlarından biri olan başarı, Said Nursî’nin yabancısı olduğu bir kavramdı. Onun hayatının ve mücadelesinin paradoksal sonucu şuydu: O, başarısızlık içinde gerçek başarıya ve zafere ulaşmıştı. İnananları uyandırmak ve harekete geçirmek için eylemin netice vermediği bir durumda, olup bitene karşı ilgisiz kalırcasına eylemsizlik netice getirecekti. Siyasetin dini kullanarak maksadına ulaşmakta başarısız olduğu yerde, din, çağdaşlaşma adına reformlarla bölünmüş bir toplumu siyaseti terk ederek yeniden inşa edecekti.
Türkler sabır, metanet, kanaat ve haysiyet gibi yüce geleneksel değerleri taşıya gelmişlerdir. Bu değerler, ilginç ve tahmin edilemez yollarla, esrarengiz bir tarzda, gizli Türkiye’yi yeniden şekillendirip değiştiren bir öğretiye sahip müceddit Bediüzzaman Said Nursî’nin kişiliğinin parçasıydı.
Anadolu’da bir kasabadan ötekisine uzanan seyahatim boyunca, bu gizemli Said’e asla yetişemedim. Onun gölgesi daima bir ilerideki köşede kayboluyordu; onun ayak izleri ise, zamanın getirdiği erozyonla belirsiz hale gelmişti. Ancak, onun yokluğu bir kutup yıldızı gibi parıldıyordu. Satın alınamayan ve mütevaziliğiyle iftihar eden biri olarak tanıdığım Bediüzzaman, akıntıya karşı yüzmüş, kuvvetin verdiği kibirden nefret etmiş ve zamane ruhlara cesaret vermişti. Onu dost biri olarak bildim. Kendisiyle karşılaşsaydım, sırf bunun için, elini sıkacaktım.” (Fred A. Reed, Anadolu Kavşağı: Gizli Türkiye’ye Yolculuk kitabının “Sonsöz”ünden, 1999)
Müslüman olarak bizler Batı’nın ne şekilde olursa olsun “başarı” odaklı hareket edemeyiz.
Bizler seferden sorumluyuz, sonuçtan değil.
Seferin hakkını verdikten sonra ortaya çıkan sonuca teslimiyetin adı biz de tevekküldür.
Bazen yenilginin ardından daha büyük fetihler gelebilir.
Hudeybiye antlaşması bunun en büyük delilidir.
Aleyhimizde görülen maddeler sebebiyle başta Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere sahabenin şiddetle itiraz ettikleri Hudeybiye Barış antlaşmasının arkasından Fetih Suresi’nin indiğini unutmayalım.
Said Nursi’nin tabiriyle Hudeybiye’de; “İslam’ın maddi kılıncı kınına girdi, elmas kılıcı ortaya çıktı ve o zamana kadar Müslüman olan sayıda insan antlaşmadan sonraki ilk bir yıl içinde İslam’a teslim oldu.
“Münakaşa da zafer mağlup olanındır, yenilmek zenginleşmektir…. Münakaşa hakikati birlikte aramaktır.” (Cemil Meriç)
Rabbimiz açıkça bizden şunu istiyor:
Siz benim ayetlerim ve Resulümün (s.a.v.) sünneti seniyyesine uygun yaşayın. Sonuçta yenilgi ve galibiyet ne olursa bu kararlılığınızdan vazgeçmeyin.
Yenilgi ya da galibiyet.
Hangisinin hakkınızda hayırlısı olduğunu siz bilemezsiniz, biz biliriz diyor:
“Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.” (Bakara, 2/216)