Aklın zamanı ölçülendirmesi, dünyada hala bir takım farklılıklar gösterse de son yüz yılda evrensel bir takvim kabulüne ulaştı. Zamanın ardışık veya akışkan bir çizelgesi diyebileceğimiz, kimisi yitmiş onlarca çeşit takvimden bugün geriye kalanlar içerisinde uluslararası ilişkiler açısından en çok kullanılanı Miladi takvimdir.
Maddeyle birlikte onun bir varoluş biçimi olan hareket, zamanın varlığına bir kanıt olarak kabul edilir. Çünkü hareket varsa değişim, değişim varsa, değişen şeyin öncesi, mevcut hali ve sonrası var demektir.
Maddenin hareketi sürecinin güneş sistemine göre ölçülendirilmesiyle hem nesnelerin hareketinin hem de toplumsal ilişkilerin matematiksel tasnifini yapabilmekteyiz. Biz ile zaman ilişkisini konu alan tarih de zaten bu soyutlamanın bir ürünüdür. İnsan/toplum ve doğa olaylarını falan tarihte bu oldu, o olayın üzerinden şu kadar zaman geçti, falan kişi şu gün şu saatte doğdu, filan kişi bu tarihte öldü, Marmara depremi falan tarihte oldu şeklinde zamanı dilimleyerek, takvimsel olarak ifade edebiliyoruz.
Bu nesnel süreç, zamanı soyutlayarak ölçülendirdiğimiz mikro zaman ile makro zaman dilimi arasında yer bulur. Yani zamanın dışında bir varoluştun söz edilemez.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.” demesi gibi, belki de zaman geçmiyor, biz zamanın içinden geçiyoruz.
Felsefenin zaman kavramı tartışmalarından kendimizi azade kılarak ister zaman geçsin isterse zamanın içinden biz geçelim, evrensel bir kabul olan Miladi takvime göre yeni bir yıl olan 2021’e girdik.
İşte geldik gidiyoruz, ne yazık ki ülkemiz hala gün yüzü görmedi!
Yeni yıl yeni olacak mı?
Zaman bağlamında bizi öncelikle ilgilendiren asıl mesele, bireysel ve toplumsal yaşamımızda 2021 yılı 2020’ye göre yeni bir yıl olacak mı?
Hayatımız 2021 yılında da eski tas eski hamam olarak, pek bir değişikliğe uğramadan mı geçecek?
Her yeni yıla girişin değişmez mottosu, mutluluk dileğidir. Ancak bu yıl, ülkemizde 2021 yılı için mutluluk dileklerinde, 2020’nin ağır bir yük olarak yarattığı karamsarlıktan dolayı hem bir azalmanın olduğunu, hem de günün özelliği bakımından alışılageldiği için insanların birbirlerine mutluluk dilediklerini düşünüyorum.
Toplumsal hayat her bir bireyi farklı ölçülerde etkilese de genel olarak, hiçbir koşulda bireysel yaşam, toplumsal yaşamdan azade değildir. Dolayısıyla bireysel yaşamı iyileştirmeye çalışmakla birlikte eğer toplumsal koşulların da iyileşmesine yönelik çabalar olmazsa, iyileştirilmeye çalışılan o bireysel yaşam eksik kalır, amacına ulaşamaz.
Bu dediklerim vicdanı ve değerleri olan, kötülüklerden etkilenenler için geçerlidir. Yoksa kötülüğü üreten ekonomik, idari ve ideolojik merkezlerin bireysel hayatları bunlardan etkilenmezler! Bunlar o kötülükler yoluyla bireysel yaşamlarını konforlu ve güvenceli hale getirenlerdir.
Dünya ölçeğinde büyük bir sağlık sorunu olarak devam eden Covid-19 salgınını ayrı tutarsak, ülke olarak içinde bulunduğumuz koşullardaki kötülükler neler?
Hukuk yok.
Adalet yok.
Özgürlük yok.
Yasalar karşısında eşitlik yok.
Kadınlar öldürülüyor.
Ormanlar kesiliyor.
Sular kirletiliyor.
Çevre tahrip ediliyor.
Keyfi ve hesap vermeyen bir yönetim var.
İnkar ve yalan var.
Yolsuzluk var.
Talan var.
Korku var.
Zulüm var.
Kaygı var.
Pahalılık var.
Fakirlik var.
İşsizlik var.
Dikkat edilirse burada var olarak saydıklarımızın varlığı, yok olarak saydıklarımızın yokluğunun nedenlerini oluşturuyor. Örneğin zulüm varsa, adalet yoktur demektir.
Bunca kötülük varken insanlar yeni yılda bir birlerine umutsuz ve karamsarca mutluluk dilemekteler.
2020’nin bunca kötülüğü 2021’de de devam ederse, bu nasıl yeni bir yıl olur ki?
Söz konusu bu kötülüklerin aşılması, en azından geriletilmesi halinde yeni yıl, takvimsel ölçü anlamının dışında, içerik olarak iyi olur.
İşte o zaman 2020 yılı için gidesi ola da gelesi olmaya sözünü uygulamış oluruz.
Muhalefete büyük görev düşüyor
Bu konu başlı başına birçok yazıyı gerektiriyor. Aşağıdaki yazdıklarım şimdilik kaydıyladır.
2021 yılının yeni bir yıl olmasının ön koşulu ya ülkeyi yönetemeyen bu iktidarın (Eğer seçimler olacaksa), seçimlerle değiştirilmesi gerekiyor ya da iktidarın keyfi uygulamalarını geri teptirecek politikaların üretilmesi gerekiyor. Bunun için muhalefete büyük görevler düşüyor. Görev, sorumluluk taşımayı gerektirir.
Toplumda büyük bir muhalefet varken, bu muhalefetin potansiyelini heba etmeye, etkisiz kılmaya, parçalamaya kimsenin hakkı yoktur. Muhalif siyasi partiler bu sorumluluğun bilincinde olarak politika üretmelidir.
Millet İttifakı ve çeperinde yer alan siyasi yapılar acil demokratik talepler programı oluşturmalı.
HDP’yi dışlayarak bunun olması mümkün değildir!
Erdoğan, muhalefetin yan yana gelmesini önlemek ve Millet İttifakının arasına kama sokmak için sürekli HDP’yi terörle eşitleyerek düşmanlaştırma politikaları uyguluyor.
Hem oy oranı, hem de muhalif politikalardaki etkinliği (Örneğin son günlerde Ömer Faruk Gergerlioğlu) anlamında ciddi bir güce sahip olan HDP ile bir muhalefet platformunda şu veya bu şekilde buluşulmadan Cumhur İttifakının yenilmesi mümkün değildir!
Yukarıda başlıklar halinde verilen kötülüklere karşı bir program, bir deklarasyon üretmenin gerekliliği gün geçtikçe yakıcı hale geliyor.
Yeni şeyler söylemek lazım!
Bunun için de muhalefet kesiminin öncelikle 2020 yılını tekrar etmemesi gerekiyor!