Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
YENİ YIL ESKİME YOLUNDA YÜRÜYOR
Öyle ya; Herkes Kendi Yolunda Yürür…
O da zamanın ırmağına bıraktı kendini akıp gidiyor…
Evet dostum dön ve bir düne bir bak, eskitmeye başladık bile…
Yeni yıl bir günü geride bıraktı ve zamanın eskime yolunda yürüyor Bir gün daha geçti işte üstünden, yeni dediğimiz yılın…
Geçtiğimiz yılı nasıl eskitip bıraktıysak, unutarak geride, yeni gelen bu yılı da öyle bırakacağız geride. Hâlbuki unutmamamız, ders alıp tecrübe kazanacağımız neler yaşadık eski yıl ile birlikte… Biz onun, o da bizim kahrımızı çektik. Kâh onunla birlikte güldük, zaman zamanda üzüldük, ağladık onunla… Ama şimdi unuttuk onunla geçirdiğimiz 365 günü.
İyiliği de, kötülüğü de. Hani unutulmazdı kahvenin 40 yıl hatırı…
İnsanoğlu bu unutur. Hâlbuki iyiliği de kötülüğü de unutmayıp her ikisinden de ders çıkartmalı kendi yaşamına…
O zaman hayatınızı yeniden sorgulamaya, elimizdekilerin kıymetini hatırlamaya var mısınız?.. bu gün dostlarım…
Bak işte; yine yeni bir Şems doğuyor bu gün şafak vakti, acıyla gülerek bakıyor yeryüzüne, dudağının kenarında asılı tebessümle. Biz birbirimize bakıştık, kaynaştık, gülüştük ve “doğ” dedi, sende “doğ” benim gibi…
İnsan doğmakla ölüme bir adım atmış olur. Sanırım zamanın gücünü anlatan en keskin sözlerden biri. Canlı cansız tüm varlıklar zamanın öğütücülüyü karşısında aciz. Bir armağan olarak bakılır ve değerlendirilirse ortaya konacak değerli eserlerle zaman üstü bir hale gelinebilir. Yani zamanla unutulup gitmekten ve kaybolmaktan kurtulunabilinir…
Ve birden irkildim silkelendim, bir neşe fırtınası içinde geliverdim dünyaya, ola ki annem sancılar içinde acı çekse de benim günüm aydınlanıverdi güneşle, sabahın o güzel soğuk serinliğini bedenimde hissettiğimde balkon bahçemde, balkon kiracılarımın sabah kahvaltılarını verirken…
Tüm başlangıçların en güzelinin içinde olduğunu hissettim. Sancılara değer bir mutlulukla sarınmıştı etrafım, soğuk havalarda çıkmaktan zorlandığım yatağım, ana rahminin sıcaklığını mı veriyordu yoksa?..
Düşündüm soğuk dünyanın ateşle savaşır atmosferini şimdi düşsel bir sıcaklıkla birlikte yollarda adım adım yürüyorum… Yürüyorum da! ne için kim için, nereye, kime, ne için gittiğimi bilmeden, bir bilinmeze, dönüşü olmayan bir yolda. Vakit tamam gibi sanki…
Yüzüme değen güneş, ışığıyla, tenimin etrafında dolanan rüzgâr ise serinliğiyle, beni olmam gereken yere içselliğime götürüyordu. Şimdi satırları yazdığım anda yunus sesleriyle yoğrulmuş piyano sesi var, kanatlarımı kesip attım, dalıverdim denizlerin en derinliklerine.
Albatros ’un özgürlüğüyle ve dev kaplumbağaların dinginliğiyle salıverdim kendimi okyanusun sularına, gökler benim, denizler benim, rüzgâr benim, ben benim diyorum bu sabah, yaşamak çok güzel hoş geldiniz dünyama güzel insanlar…
Ben mi?.. Ben geldim bir zamana, gideceğim bir zamana…
Zaman dedikte, nedir zaman…
Zamanın hayatımızdaki birkaç anı olduğunu bile bile, bize verilen bu tek şansı değerlendiremiyoruz.
Hep onun kaybolmasından bahsederdik ya da hep onun ilerlediğinden, bizimse giden zamanın farkına varmadığımızdan. Ama her şeyin olduğu gibi zamanı da anlamanın bir zamanı varmış…
İşte insan yavaş yavaş anlıyor. İlerleyen de, gelip geçen de zaman değil aslında. Zaman hep var, her gün tekrarlıyor kendini. Bugün benim için dursa yarın yeni doğan bir bebek için var. Zaman hiç geçmiyor, biz zamanın içinde gelip geçiyoruz. Geçiciyiz. Çünkü biz, bu Dünya’da sadece anlık anılardan ibaretiz.
Geçmişin de hâkimi değiliz, geleceğin de. Bizim için sadece şu an var. Zamanla anlaşmanın, onun hayatında onunla mutlu bir hayat sürmenin tek yolu budur aslında. Tek yolu, bugünde yaşadığımızı, her anımızın lütuf olduğunu bilmektir…
Oysa geçmişte yaşayıp gelecekte kaybolur insanlar. Geçmişte yaşarız, çünkü geçen her an şimdikinden daha kıymetlidir. Neden? Çünkü dönemeyeceğiz bir daha o ana. İmkânsızdır bizim için geçmişe gitmek ve imkânsız olandır, insana tatlı gelen. Peki gelecek? Gelecek de hep soru işaretleridir. Geleceği düşündükçe korkarız yapacağımız hatalardan, kurduğumuz hayallerin boş çıkacağından. Gelecek bir kaygıdır, endişedir. Korkudur gelecek ve korkular insanın peşini kolay kolay bırakmaz.
İşte bu yüzden yaşayamıyoruz bu anımızı. Zamanın içinde kaybolup gidiyoruz. Anlayamıyoruz bir türlü. Zamanın hayatında misafir olduğumuzu…
Zaman diyoruz ya, hani bizden önde koşan, yakalamak için tık nefes olduğumuz ama zaman geçtikçe arkasından koşmadığımız, ya da hiç aldırış etmediğimiz, ya da babadan kalmış miras gibi harcadığımız, hani deniz kıyısından bir avuç kum alırda avcumuzu sıkınca parmak aralarımızdan kayıp giden kum gibi, kayıp giden zaman… Sonunda farkına varınca ah keşke!!! dediğimiz zaman…
“Zaman” hem çabucak geçmesini istediğimiz hem de yaşlandıkça durdurmak istediğimiz; ama hiçbir zaman başa çıkamadığımız zalim kavram!
“Dünya bağının hem ilk hem de sonbaharını görmüşüz; biz neşenin de gamın da rüzgârını görmüşüz.” diyor 17. yüzyıl şairi Nâbî.
Zaman nedir: Gece karası, yalnızlık senfonisi, aşk yarası, ayrılık acısı, özlem ateşi. Bir deniz mavisi, bir orman yeşili, bir güneş sarısı… Bir güvercin beyazı, bir şarap kırmızısı, bir düş pembesi… Sevi şiiri, umut türküsü, sevinç raksı…
Yaşadıkça anlamaya başladım ki insanla zaman düşmandır birbirine. Hayatımıza hâkim olmaya kalkar zaman, bizse kendi hayatımıza kendimiz yön vermek isteriz. Ama kim becerebilmiştir ki zamanla başa çıkmayı?..
Hangi insan üstün gelebilmiştir zamandan?..
Kendimizi kandırmayalım, yaşayan tek varlık odur aslında. Bizse onun Dünya’da bıraktığı parça pinçik anılardan ibaretiz. Milyarlarca insan, zamanın hatırasıdır yalnızca.
Zaman… Zalim bir hırsız, sevda arsızı… Bir tebessüm, bir damla gözyaşı… Yağmur sesi, dalga sesi, kuş ötüşü… Gül kokusu, dost sıcağı, kardeş sevgisi, sevda ağrısı, rüzgâr serinliği…
Bir zaman ki sorma gitsin, doludizgin koşarak geçen, sen kapıyı çalan kim diye sorarken daha, yıllar boyu yol alan…
Zamanın içine koyup yaşarsın tercihini… Ölüm zamanı tek gerçekti, tüm zamanların içinde… Zaman bir hiçtir, hiçe anlam yükleyip yaşayan da yaşayamayan da insanın taa kendisidir…
Zamana ne kızabiliriz, ne küsebiliriz. O her an biteceğimizi hatırlatıyor bize. Geriye dönemediğimiz ve gelecekten korktuğumuz her an, şimdiye bakmamız için ısrar ediyordu aslında.
Biz zamanı çok yanlış tanıdık. Ne yaparsak yapalım hala geçenin zaman olduğunu düşüneceğiz.
Ne kadar yazarsam yazayım geçmişimi özleyip geleceğimden korka korka güzellikler bekleyeceğim. Zamanın içinde ilerlerken geride bıraktığım her anın benden bir parça olduğunu bilerek.
Yine de zamana güle güle diyerek kendimi kandırmaya devam edeceğim…
İşte ben örnek, şekil A da göründüğü gibi; her şeyi yazarım da zamanı yazamam.
O yazar çünkü beni, yavaş yavaş özenli, azalta azalta görkemli.
Sanki dolduracakmış olduracakmış gibi.
Hâlbuki sıyırıp düşürmüştür tırnağımdaki çürüğü, parmağımdaki yarayı kabuk kabuk geçirmiştir. Geçerken de, sanki çoğalta çoğalta acıları, sevinçleri, hüzünleri, sevgileri aşkları kalbime yazarak özenli görkemli.
İşte, yazarken durdurduğum zamanı, siz okurken kaçırmayın diye de zamanı durdururum.
Ben ki bu nedenle; Rahmetli şairimiz Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirinde dediği gibi düşünürüm. Yani___onun deyişiyle___
“Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.”
Ve şimdi tam bu zamanın içinde iken, her sabah uyandığınızda kendinizi doğan gün gibi hissedebildiniz mi?..
Eğer hissetmediyseniz ilk gün doğumunda günle beraber uyanın ve güneşle yıkayın yüzünüzü, başlangıcı dinleyin ve bir müzik katın inceden inceye güne… Günün kendisi olun… Günde sizinle kendisi olsun… Mutlu olun, mutluluk şarkıları söyleyip, mutluluk çeşmesinden mutluluk suyuyla yüzünüzü yıkayın…
Mutlu olmayı kim istemez ki?.. Bunun cevabı herhalde herkestir. Ama her şeyin bir bedeli olduğu gibi mutlu olmanın da bir bedeli var. Belki de hayatta ödediğimiz en ağır bedellerden biri olabilir.
İşte o an mutsuzluğu da beraberinde yaşarsın…
Kardeş gibilerdir onlar…
Hadi ikisini bir den yaşayalım dersin iç içe…
Yaşayalım o zaman kardeşim yaşayalım…
Haydi, o zaman dostlar bu akıp giden zaman içinde ‘Sevgiyle, sevgi dağıtalım, gül kokulu… Güllerin dikenleri bizde kalsın dostun canını yakmasın…’
Yunus sevgisiyle baksın gözler, Mevlana gibi konuşsun diller…
İşte böyle anlarda anda, dostlar susmamalı biri sussa diğer konuşmalı ve yazmalı yazacak bir şeyler mutlaka vardır. Kelimeler yoksa bile günün kendisi vardır yazılacak…
Sevgiyle… ve hep Sevgiyle… sevin sevilin, hayat sevince sevilince güzel ve diyelim her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun… Hoş kalın hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın… Bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun