“Savaş siyasetin sıcak devamıdır”, diyen büyük strateji uzmanı Carl von Clausewitz haklı çıkmaya devam ediyor, diye düşünüyorum.
Barış ve sükûnet dönemlerinin siyasetleri daha çok bireysel yaşama dönüktür. Hoşgörü yüksektir. Özgürlüklerin ilerletilmesi hangi görüşten olursa olsun tarafların istekleridir.
Ancak, savaş dönemleri, bireysel çıkarların değil, toplumsal çıkarların öne çıktığı dönemlerdir. Birey artık kendisini tek başına gelen saldırılara karşı koruyamaz.
Korunmanın ancak topyekûn olması halinde saldırı savuşturulacaktır. Yani savaş süreci yaşanıyordur.
Güvenlik siyasetleri öne çıkar. Daha önce hoşgörü ile bakılan ama içinde gizli tehdit barındıran konular artık tehlikelidir.
Savaş bir taraftan sürerken, siyaset artık tek odaklıdır. Halkı savunmanın mevzilerinde tutmak, güvenlik için olmazsa olmazdır.
Böyle bir dönemde, eski siyasetlerle belirlediğimiz konumlar, değişmeye başlar. Çünkü artık durduğumuz yerden görünenler eskisi gibi fulü değil, nettir.
Düşmanın kim olduğu, ne için savaştığı artık siyasetin yuvarlak mecrasından çıkmıştır. Karşımızda artık silah vardır. Silaha karşı tek çare silahtır.
Artık saflaşmalar, eski saflaşmalar olmaktan çıkar, savaşın mantığına göre belirlenir.
Günde 3-7 şehidin geldiği bir süreci, artık terör süreci diye adlandırmak olanaklı değildir. Amerika’nın kara kuvvetim dediği bir stratejik piyonun saldırısına karşı, ordumuz, halkımızı savunmaya çalışıyor. Hem Kürt hem Türk halkını savunmaya çalışan bir savaşın içindeyiz.
Yani emperyalizmin örtülü savaşına kaşı bir savunma savaşı yürütüyoruz.
Tekrar siyasete dönelim.
Böyle bir ortamda, eski siyaset anlayışlarımızla, yeni süreci anlamamız zordur. Eskiden durduğumuz yerden bakarak, yaşanan savaş sürecini kavrayamayız.
Eski saflaşmaların içinden bakarak, mevcut durumu anlayamayız. Söz gelimi HDP’ye oy veren Türk kökenli bir vatandaşımızın, artık durduğu yer de, baktığı yer de değiştiği için, aynı düşünce ve mantığı önceleyemez.
Kısaca, eski siyasetlerle, yeni durumu izah edemeyiz.
Eskiden özerkliği savunan bir solcu veya sosyal demokrat, bombalar sivil yığınların içinde patlarken, özerkliği savunamaz.
Eski saflaşmalarla duruma bakamayız. Savaşın zorunlu kıldığı yeni saflaşmalar olmaktadır. Savaş derinleştikçe, emperyalizm herkesin gözünde, daha bir netlik kazanacaktır.
Çokuluslu* şirketler üzerine çok yazılar yazdım. Aslında derdim; çokuluslu şirketler anlatırken, onların uzun erimli planlarını ortaya koymaya çalışmaktı.
Çokuluslu şirketlerin felsefesini anlatan Stephen Hymer diyor ki; “çokuluslu şirketler için, ulus devletlerin sınırları, uçucu mürekkeple kâğıt üzerine çizilmiş sınırlardır.”
Sınırlar yok oldukça, toplumsal doku bozulur. Bozulan toplumsal doku, etnik ve dini çatışma için uygun hale gelir.
İçinde bulunduğumuz durum tam da budur. Çokuluslu şirketlerin, çatı örgütü olan Amerika’nın stratejik piyonları ile savaşıyoruz. Savunma halindeyiz.
Soru şudur; yaptığımız iş bir vatan savunması mıdır? Değil midir?
Süreci kavramayan, eski siyasetlerle sürece bakanlar bu bir Saray Savaşıdır diyorlar.
Oysa gerçek süreç çokuluslu şirketler ile ulus devletimizin savaşıdır. Sınırlarımızın ortadan kaldırılması savaşıdır.
Eskiden şu böyle yaptıydı. Öteki de şunu söylediydi, deme zamanı değildir.
Savunma zamanıdır. Savunma sürecinin sonunda zaten süreç, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi gerçek yönetimine kavuşacaktır.
*Çokuluslu şirket demek: sermayesi birçok ulus devlet içinde iş görebilen şirkettir. Bu şirketlerin %90 Amerikan menşeilidir. Çokuluslu şirket demek çok sermayeli şirket demek değildir.
Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com
ulusalkanal.com.tr