Biz birazda, çocuk gibiyizdir halk olarak; illa ki yanan sobaya el sürülmeyeceğini öğrenmek için bir kez de biz sobaya dokunmak isteriz. Veya literatüre yerleştirdiğimiz tabirle, zaten keşfedilmiş Amerika’yı aynı zahmetlere katlanarak bir de biz keşfetmek isteriz. Bu felsefe ve teoriden uzak yaşam anlayışımızla izah edilebilir belki de… Belki de “gözünün görmediğine inanma” anlayışından ileri gelen ve “gören gözlere” güvensizlikten kaynaklanan bir yaşam tarzından ileri gelmektedir. Belki de gören, okuyan, araştıran gözlerden; anlayan, yorumlayan, çözümleyen zihinlerden çok, gönül gözü ile gören, sezgi ile anlayan, ima ile çözümleyen zihinlere gönül vermişçiliğimizdendir çocuksu davranışlarımız… Belki de bundandır gören, okuyan, araştıran çözümleyen bilim ve akil adamlarımıza burun kıvırmamız; çünkü bunlar gönüllere değil, akla sesleniyorlar dünyanın çağ atlatan ülkelerin bilim insanları gibi… (Akla sadece bilim insanları değil, başta Kuran olmak üzere kutsal metinlerde sesleniyor, da, bu alan benim ilgi alanım ama uzmanlık alanım olmadığından ilgililerine bırakıyorum…)
Evet, bugün dünyada, çağı yakalanmaya çalışan ülkelerle dünyaya çağ atlatan ülkeler ayrımı vardır. Biraz daha gerilerde de çağa direnen ülkeler… Biz bu skalanın neresindeyiz acaba?
………….
Yeni maden yasası, dünyanın madencilikte teknik ve pratik olarak ilerlemiş ülke mevzuatları taranarak ve yerinde gözlemler yapılarak hazırlanmış, meclise sunulur hale getirilmiş. Peki, bu on yıllarca önce yapılamaz mıydı? Bizlerin 21 yy’da yaşadıklarını bu ülkeler 100-150 sene önce yaşamışlar ve gerekli önlemleri almışlar, yasal mevzuatlarını, denetim ilkelerini oluşturmuşlardı… Hadi diyelim ki, 30-40 sene önce fakir bir ülkeydik; teknolojimiz geri, bilgimiz eksikti…
İyide son 15 yıldır küreselleşmiştik hani… Hani dünyanın ilk 20 ekonomisi arasındaydı ülkemiz… Demek ki biz küreselleşmeyi de yanlış anlamışız; tüketimde küreselleşmişiz, finansal sermaye transferinde küreselleşmişiz, gelir dağılımı adaletsizliğinde küreselleşmişiz… Hukukta küreselleşmeye direnmişiz, bilimde küreselleşmeye uyum sağlayamamışız, bireyin özgürleşmesinde küreselleşmeye yan çizmişiz…
Kozluk (263 ölü), Soma (301 ölü) gibi maden facialarının yaşanmasına, iş kazalarında Avrupa birincisi, dünya üçüncüsü olmamıza neden olan maden mevzuatımız, son on yılda, “milli iradeden” vize aldı. Her bir genel ve yerel seçimlerde vizeyi tazeledi. Milli iradenin mutlaklığına, üzerinde hiçbir kuvvetin, vesayetin olmadığına güvenip, iman ediyorsak ne diyebiliriz ki? Denebilecek tek şey kalıyor; “…bu ölümler madenciliğin fıtratında vardır”.
Ama dünyanın madencilikte gelişmiş ülkeleri böyle demiyormuş, milli iradeyi de başıboş bırakmıyormuş; önünü, gözünü açıyormuş… Milli iradenin üzerinde, milli iradeyi de uyarıp denetleyecek bilim kurumları, akil adamları ve bilim insanları varmış… Bugün biz, aklı ve bilimi ihmal edişimizin “sosyal maliyetini” yaşadık son olarak Soma’da; beşeri ve ekonomik kaynaklarımızla…
Buna rağmen, bu mevzuat ve teknoloji ile Soma maden ocaklarını yeniden üretime açmak zorundayız, yoksa kapatacağız, desek, başta Soma halkı kapatılmamasından yana tavır alacaklardır. Çünkü basiretsizliği “kader” bellemiş halklarda milli irade her zaman yanılmaya, yanıltılmaya açıktır.
Evet, madencilik mevzuatı konusunda milli irade yanılmıştır. Milli irade yanılgılarının “sosyal maliyetini” azaltmak için siyasetin, çağdaş bilim kurumlarının işbirliğini kabullenmeleri gerekir. Yoksa daha çoook “fıtrat ve kader” nutukları dinleriz. Bu mantalitenin değişmemesi durumunda Türkiye’nin, çağı yakalamayı bırakalım, çağa direnen ülke konumuna düşmesi içten bile değildir. 04.06.2014