Corona dünyanın bir ucunda duyulduğunda, önemsemedik. Ne zaman İran’dan giriş yapıp Avrupa’da yayıldığını işittiğimizde gerçekle karşılaştık. Evlere kapandık. Ve bir anda yaşadıklarımızı rüyanın içinde görür gibi olduk. Bu kâbustan bizleri birilerinin uyandırmasını bekledik. Dilimiz damağımız kurumuş bir halde karanlıkta ışığı yaktığımızda kendimizi çimdikledik, yaşıyoruz mu? diye…
Belki de bu ortamı biraz önce seyrettiğimiz fantastik bir film sahnesinde gördüğümüzü düşündük. Umursamadık. Sokaklara çıktık, ne yaşam alanı dinledik, ne de “Bize bir şey olmaz.” diye, medyanın mikrofonlarına gülerek konuştuk. Ne yazık ki, “Hamsi yiyoruz, bize hiçbir şey olmaz” diyen, kavağa çıkanlar da oldu.
Yılbaşı gecesi o eğlencenin tavan yaptığı saatlerde, birisi sizin kulağınıza eğilip, yakın zamanda Covid-19 adlı bir virüsün dünyanın bir ucundan başlayıp bütün dünyada can alarak hızla yayılacağını söyleseydi, inanır mıydınız? Samimi iseniz ona, “Ha’s.ktir! Kâhinliği bırak da eğlenmene bak!” diye söylenebilirdiniz. Israr edip bu kez diğer kulağınıza eğilip “İnan bana, ben Mesih filan da değilim. Rüyamda gördüm ve benim rüyalarım çoğunlukla çıkar. İnsanlar evlerine kapanacak. Her geçen gün vakalar çoğalacak. Ekonomisi zayıf olan ülkeler bundan oldukça yara alacak. Bu öyle virüs ki yakaladığını boğarak öldürecek.” Israrına dayanamayıp onu yakasından tuttuğu gibi kapı dışarı koyar mıydınız?
Evet, kâhinler de bu konuda yıllar öncesinde bir şeyleri kayıt altına aldırdılar. Ne derece dünyada meydana gelen olayları bildiler, bilinmez ama bilinen bir gerçek var ki o da yeni bir dünya düzeninin gelecekte bizleri beklediğidir. Hani o G’siyle sıralamasını yaptığımız ülkeler dünyanın diğer ülkelerden sömürdükleriyle belki halkını rahat ettirecek ancak üçüncü dünya ülkeleri bu biyolojik saldırıyı nasıl atlatacak, düşündürücüdür. Ülkeler sınırlarını kapatıp kendilerini karantinaya aldılar. Tıpkı 1347 – 1351 yılları arasında Mısır’dan başlayıp Avrupa’ya oradan da bütün dünyaya yayılan ‘Kara Veba’ hastalığında olduğu gibi. O yıllarda yaklaşık 100 milyon insan bu hastalıktan ölmüşlerdi. Büyük salgında birkaç bölgede savaşlar devam ederken vebaya yakalanan hastalar bir silah mermisi gibi kullanılıp mancınıklar ile düşman bölgesine atılıyordu. Bu savaşlardan deniz yolu ile kaçanlar ise vebayı başka kıtalara yaydılar tıpkı Corana gibi…
Hemen hemen ithalat ve ihracat durdu. Özellikle tarım bir süreliğine rafa kalkacak. Sanayiyi öncelikle düşünen ve saman başta olmak üzere birçok ürünü dışarıdan ithal eden ülkemiz için bu durum oldukça zor olacak ve ürünler gelmediğinde mal tedariki zorlaşacak ve arz talep dengesi üzerinden fiyatlar tavan yapacaktır. Önümüzdeki günlerde iyi bir tarım politikasını hayata geçirmez isek açlık gelecekte gerçeğimiz olacak… Bu bağlamda, Corona belası, yeni bir dünya düzenini de beraberinde getirecektir. Toplumların büyük bir kısmı işsiz kalıp intiharlar artacak. Kaos her tarafa yayılıp insanlar psikolojik gerilimle cinnet geçirip cinayetlere neden olabileceklerdir. Böyle bir dünya düzeninde ülke bütçesinin büyük bir bölümünü elinde tutanlar, sosyal adaleti sağlamak adına fedakâr olmalıdırlar. Yoksa bu olumsuzluklardan gelecekte onlar da büyük yara alacaklardır. Çünkü aç insan tehlikelidir. En sakini bile bir anda vahşileşebilir ve saldırgan hale gelebilir.
Bu virüs belasını atlattığımızda bundan sonraki dünya düzeninde neler yapmamız gerekir ve bundan nasıl bir ders çıkartmamız gerekir?
Öncelikle, bu kriz döneminde ekonominin önemini ortaya çıktı. Bunu iyi kavrayıp bir an önce dış borçlarımızı bitirmek için yukarıdan aşağıya doğru her kesimce seferberlik ilan edilmelidir. İyi bir demokrasi ile herkesin katılımcı olduğu bir yönetim anlayışı hayata geçirilmelidir. Hükümet, öncülük yaparak artık o şaşalı dönemi geride bırakıp, elindeki fazlalıkları; makam aracı, saraylar ve bürokraside maaş bolluğu vb. gibi ciddi bir tasarrufa geçmelidir. Borçlarımız varken, Kanal İstanbul gibi betona yatırılacak ve bütçemizi zorlayacak yatırımlardan vazgeçmeliyiz. Biyolojik savaşlara hazırlıklı olmak için ciddi bir master planını hayata geçirmeliyiz. Atatürk Havalimanı biraz daha genişletilip hizmete devam edemez miydik? Bakın Berlin’de gördüğüm Tegel Havaalanı, Atatürk Havalimanından bile geriydi. Onlar bilmez miydi “En büyük havaalanını yapmayı? Neden hep “En.. En.. En..” Ne olacak? Ne mi? İşte onlar şu zor günlerde vatandaşına 700 milyar Euro’dan başlayıp 2.2 trilyon doları hibe olarak verirken, bizler de Merkez Bankasında kefen paramız kalmadığı için vatandaştan para toplamanın yolunu ararız. Kaynaklarımızı, insanların işsizliğini azaltıcı ve tarımı en iyi noktaya getirmek için öncelikle mutlaka kullanmalıyız. Bunlar sonucunda kaliteli üretimle cari açık sorunumuzu da gelecekte hallederek Merkez Bankası döviz rezervlerimizi siyasi çekişmeleri bir kenara bırakıp en üst seviyeye getirmeliyiz. Çünkü gelecekte bir başka virüs yine dünyayı tekrar esir alabilir.
Bunun tek çözümü; senin yardımın, benim yardımım, demeden, birbirimizi dışlamadan, ve fikirlerine değer vererek, bilim yolunu benimseyerek mümkün olur.
Umarım…
Ertuğrul ERDOĞAN
Birnisanikibinyirmi