Babam gülerek geldi. Biz de çantalarımızı kapının önüne bırakıyorduk. Babamın gülmesine bir mana veremedim. Anlamış olacak ki, yavru fındıkları görmelisiniz, dedi. Kardeşimle ceketimizi havaya atarak sevinç gösterisi yaptık.
Bekliyorduk, bugüneymiş yavruların dünyaya gelmesi. Hemen mereğe koştuk. Çünkü yuvayı oraya yapmıştık. Fındık, kuyruğunu sallayarak, işte yavrularım dercesine bizimle oynaştı. Yavrular üzerinde uyuyordu. Her yavru sevilir ama fındığın üzerindeki yavrular da yumak gibi o kadar güzellerdi ki, onlara hiç dokunmadık.
Fındığı sevdik. Okşadık, kaşıdık ve her tarafını sildik. Süt ve yemek kaplarını temizledik. Kapları tekrar doldurduk. Fındık mutluydu, uyanan yavru annesini emiyordu. Yavruların biri küçüktü, ona koza diğer ikisine de gümüş ve pamuk isimlerini verdik.
Fındık yavrularına bakıyor ve gözlerini bizden ayırmıyordu. Yavrularına hiç dokunmuyor, fındığı seviyorduk. Fındığa özel yemek hazırlıyorduk. Sütünü eksik etmiyorduk. Yavrularını kıskanıyordu. Mereğe kimsenin gelmesini istemiyordu. Beraber yedikleri hâlde kediye bile kızıyordu.
Yavrularını dışarı çıkarmıyordu. Aradan iki hafta geçtikten sonra, fındığı yavrularıyla çimene aldık. Yavrular ele avuca gelmeye başladı. Çok da sevimli oldular. Koza hepsinin üzerinden yuvarlanıyordu. Böyle bir günde oynarlarken anide yağmur yağdı. Yavrular kucağımıza atladı. Onları mereğe taşıdık.
Okuldan geldikten sonra fındık ve yavruları en az bir saatimizi alıyordu. Biz de onları hiç bırakmıyorduk. Kardeşim fındığı yıkıyordu. İçeceği suya bir damla mikrop öldürücü damlatıyordu. Fındık çok güzel oldu. Tüyleri ipek gibi parladı.
Yavrulardan, en küçüğünü kozayı kendimize ayırdık. Diğer ikisini öncelikle isteyenlere vereceğiz. Babam da öyle istiyordu.
Fındık yavrularını herkesten kıskanıyordu. Yavrularını kimseye göstermiyordu. Yavrularda oynuyor, zıplıyor fındığın üzerinde yuvarlanıyordu. Birisini görse hemen yavruları gizlemeye çalışıyordu.
Akrabamız ona ayırdığımız gümüşü aldı. Gümüş annesinden ve bizden ayrılacağını fark edene kadar kutu içerisinde gitti. Pamuğu da babam, yarın kahve çalıştıran arkadaşına bırakacaktı. Onlara tembih ediyordu ki, çok iyi bakacaksınız.
Fındık çok cins bir köpek, yerli fakat sınırdan içeriye yabancıyı kesinlikle sokmuyordu. Hatta kötü niyetlileri yoldan geçerken bile takip ederdi. Onun için, yavrusunu almak isteyenler çoktu.
Kahve şehrin girişindeydi. Oraya bırakmıştı. Kahveci, pamuğun sütünü, ciğerini ve suyunu kutunun içerisine bırakmıştı. Babam da pamuğun iyi bakılacağına inanıyordu.
O gün pamuğun getirildiğini bilmiyorduk. Okul çıkışı üst yoldan, eve yöneldik. Kahvenin önünden geçerken, konuşup gülüyoruz. Pamuk bizin sesimizi duysun. Kutudan nasıl fırladıysa yanımızda bitti. Ayaklarımıza sarılıp nasıl ağlıyor, kucağımıza atılıyor. İnanın görmek gerek. Kardeşim çantasını uzattı ve pamuğu kucakladı.
Pamuk nasıl yalıyor, nasıl kucağına siniyor. Yaklaşıyorum, beni de yalıyor. Arkadaş yaklaşıyor kaçıyor. Kahvenin önünde herkes izliyor. Köpek yavrusunun sevgi gösterisine herkes duygulandı. Amcaya yarın bizden alırsın dedik ve pamuk ile eve gittik.
Babamı gördü ayağına sarılıyor. Kucağına atlıyor, yüzünü yalıyor. Annesini ve kozayı gördü bizi bıraktı onlara saldırdı. Annesine beni nasıl bıraktın der gibi saldırıyor. Kardeşiyle oynuyor. Süt içiyor, annesini emiyor. Dönüyor ve kucağımıza atlıyor, yüzümüzü öpüyor.
Babam “Allah kimseyi yalnız bırakmasın,” Dedi ve ağladı.