Yatağımız bizim cennetimizdi…
Tüm gün sensiz geçen saatlerimin dışında ikimizin buluştuğu tek yer yatağımızdı. Ruhum ancak senin bulunduğun yerde huzur bulurdu. Sensiz geçen bir an bana dar gelen bir hücre bir kabustu. Sensizlik buzdan kaleler gibi beni içine hapsederdi. Hele sana sarılarak uyumak, suya kanmak gibi olurdu. Uykunda bana arkanı dönerdin ya? İşte o zaman büyük boşluk oluşurdu her yanım sensizlik kokardı. Ellerim karanlıkta yokluğunu arar gibi, dokunurdu tenine. Parmak uçlarım önce omuzlarında ve sonra ensende ufak dokunuşlar yaparken sen, huylanır ve gözlerini açardın. Önce gülümser sonra dudaklarımız buluşurdu. Tutkulu öpüşlerimiz ve soluk soluğa yaşanan bir aşktı bizimkisi.
Yatağımız bizim cennetimizdi.
Ruhum ancak sana dokunduğu, sana dokunduğu ve sana sıkıca sarıldığı an huzur bulurdu. Uykuda sevişmelerimizi anımsadım bütün gece. Dudaklarıma usulca değerek beni öpüşün ve içime dolan sevgiyi duyumsadım yeniden. Beni delirten hazları yaşattığın o geceleri anımsayınca, gülümsedim. Anımsadığım bir şey daha vardı. Hani bana ilk seferinde sormuştun ya;
“Bu geceyi beni severek geçirmek ister misin?” diye… İşte o an var ya; iliklerime kadar aşkın rüzgarı işlemişti, sanki. Farklı heyecan dalgaları yayılmıştı hücrelerime…Titredim…İpekten çarşaflarda tenlerimizin mükemmel uyum içinde birleşmesiyle; sanki birlikte büyüyerek çoğalıyorduk…Yavaş yavaş içine akarken ben, gözlerimiz buluşurdu, tutkuyla… Kollarım ve bacaklarımla sana sarılıyordum ve hızlanan soluklarımızla, hazzın sesleri eşlik ediyordu. Hazlarımız ayırt edilemez biçime dönüşüyordu.
Terlerimiz; tenlerimizde kuruyan tuz olduğunda, başım göğsünde uyuya kalıyordum. Saçların, o dalgalı kızıl saçların var ya, işte bahar kokularıyla yüzümü ipekten bir çarşaf gibi örterken, sayılmaz öpücükleri sen alnıma bırakıyordun. Ve şefkatle fısıldıyordun.
-“ Bana söz ver! Asla ayrılmayacağımıza dair bana söz ver sevgilim!” diye…
Ardından bir kez daha parmak uçların sırtımda gezinirken dayanılmaz ürpertilerle kasıklarımda heyecanlı uyanışlar başlardı. Ve sabaha birkaç saat kala, bir kez daha birlikte olup, bedenlerimiz ahenkli devinimlerle sarsılırdı. İşte o anlarımızda sen tutkunla benim ruhumu fetheden bir kadın, ben ise yaşamının tek jokeri ve üstünde tek hakimiyet kuran prensin, olurdum. Nemli bir kadın olduğun anda, o tutkuların doruk noktalarında, sesim çatallaşarak,
-“ Seni asla bensiz bırakmayacağım…” sözleri dudaklarımdan boşluğa yayılırdı.
Seni seviyordum.
Sen benim ruhumun eksik bir parçasıydın.
Ve hazlarımız birleştiğinde her ikimiz aşkın yorgunluğu ile uyuya kalıyorduk, cennete dönüşen yatağımızda…
Çünkü, yatağımız cennetimizdi…
Sabah olmasın gün doğmasın isterdim. Senin kollarında “sonsuzluk” yaşamak isterken “bensizliğim” sensizliğim olurdu. Çünkü sensiz geçen saatlerim ve günlerim değil, yıllarım olurdu. Zamanı sabırsızlıkla tüketirken, gün içindeki yokluğun sol yanımda sızılar biriktirip durdu…Özlerdim seni… Ben seni böylesi severken senin ruhunda ki “benin” gün geçtikçe eriyen bir buz olduğunu nasıl da anlamamışım?
Nasıl da fark etmemişim?…
Benliğini sıkıştırdığın engellerin ardında buzdan, sonu olmayan bir yalnızlıkta olan senin, her geçen gün biraz daha uzaklaştığını anlayamamıştım… Sensiz kalmak yüreğimin tek fobisiydi. Yokluğunu hissetmek içimden bir et parçasını kopartmak gibiydi. Seninleyken bile, uykumuzda birlikteyken bile bu sebepsiz korkuyu hissetmek nedir bilir misin, sevgilim? Duygularımın sürgünde olduğu anlarda içime yerleşen hüzün, korlara dönüşürken uyku pusuda avını bekleyen avcıya dönüşürdü. Bu nedenle sana daha çok sarılmak ister ve sıcaklığını tenime katıp seni benliğimde hissetmek isterdim…
Yatağımız cennetimiz olurdu.
Ruhum ancak sana dokunduğum anda huzur bulurdu. Ve dokunduğum o gün sana ilk kez kımıltısız arkanı dönüp uyumuştun. Bacaklarımızı bir önceki buluşmamızda olduğu gibi arasına alıp sarmak istediğimde, ilk kez aralamadın. Parmak uçlarım omuzlarında küçük dokunuşlarla gezinip, tam ensene geldiğinde ilk kez huylanmadın. O an beni istemediğini düşünmüş ve kırgın umutlarımı yüreğimin en gizli bahçesine sığdırıp, geri çekildim. Reddedilmek, unutulmak gibiydi… Sen yatağın en dip köşesine büzülmüş öylece yatıyorken ve benim varlığım seni bu derece ilgilendirmezken, ruhumun anaforları sol yanımı burkuyordu.
Ellerim ensemin altına yastık yapıp, son bir aydır bu uzaklığa anlam veremiyordum. Terk edilmek gibiydi… Bu mesafe, bu yalnızlık bu sensizlik, çok acı vermekteydi ruhuma… Kendimi sorguluyordum sürekli;tek sığınağım ve tek cennetimiz olan yatağımız bir kabusa neden dönüşmüştü?..
Gün doğumuna kadar bekleyip, sabır tükettim buza dönüşen yatağımızda. Aşkın bir hastalık olduğunu ve bu hastalığın gittikçe büyüyen bir ura dönüştüğünü düşünür oldum. Gözlerimiz güne kavuştuğu an, son kez gözlerinde sorgulayacaktım. Son kez dudaklarını dudaklarıma soracaktım. Bu sebepsiz uzaklığın ruhumda oluşturduğu sensizliğin acısını son kez teninde noktalayacaktım… Ama bunu başaramadım.
Nerden bilebilirdim, bu gecenin son gecemiz olduğunu?
Nerden bilebilirdim veda etmeden gideceğini?
Nasıl da anlayamamıştım gözlerini, son kez uykuya kapayıp da, ebedi uykuya bensiz geçeceğini…
Bilemezdim yatağımızın cennet değil de, cehenneme dönüşeceğini… Bilemezdim sevgilim…
Yatağımız hep CENNETİMİZ olmuştu.