(Bir cümlesine nasılda musallat oldum.) ÜLKÜ TAŞLIOVA Ana, baba ve evlat… Birçok insanın yaşadığı bu devir teslim, insanlığın varlığıyla devam edip gidiyor.
Farklı zamanlarda, farklı ülkelerde, farklı inançlarda, farklı kavramlarla yaşansa bile sonuç hep aynı. Evlat doğuyor, ana ya da baba olarak ölüyoruz.
Mesele ardımızda bizi özleyen, ölsek bile yaşatan evlat bırakabiliyor olmamızda. Hayırlı evlat deriz ya, peki hayırlı ana baba olabiliyor muyuz? Evet, olabiliyoruz. Tıpkı ana ve babasının ardında bıraktığı Yasemin Öğretmen gibi. Hürmetle, rahmetle anıyorum onları. Hayırlı evlatları hem dünyaya, hem insanlığa mirastır. “Tayinim Hakkâri’ ye çıktığında yeni mezun genç bir öğretmendim.
Yarbay baba, öğretmen annenin ilk çocuğuydum. O zamana göre iyi şartlarda yetişmiş, iyi şartlarla okumuştum. Beni ne güzel yetiştirmişler ki Hakkâri den başlayıp, Amerika’ ya kadar uzanan hayat maceramda hiçbir şey için yabancılık çekmedim.” diyen Yasemin Hanım, omuzlarının dik, alnının pak olduğunu fark etmiyor bile. Keza o bu halini özellik değil, sıradan bir şey olduğunu sanıyor, ya da sanmayı bile düşünmüyor. Ve ben ona hayran oluyorum.
Beş yıl önce ebediyete yolcu ettiği babasına yanan yüreğini yüreğimde hissediyorum. Övüncünü, kıvancını anlatmak için adeta çağıl çağıl çağlıyor. Anlıyorum onu. Özlediğimiz babalarımızdı. Ömür yolumuzun yarısını aşmış olsak da asıl babalarımız gidince büyüyen evlatlardık. Onlar gidince yeşil dallarımız kurumuş, sırtımızı yasladığımız dağımız yerle yeksan olmuştu. İkimizde aniden büyüyüvermiştik. Ne evladın yaşı olur, ne de ana babanın. Diğer odada hasta yatağında melek gibi uyuyan annesinin yanına gidiyoruz.
Gözlerim kamaşıyor, ruhumu hüzünlü bir minnet sarmalıyor. Dünya güzeli bir tarih, bir emek, bir sevda kar beyaz yatağında zamana teslim olmuştu. O an, o kısacık anda neler geçmedi ki aklımdan. Bütün hislerimi, fikrimi, hüznümü eline ve yanağına kelebek öpücüğü kondurarak dindirmek istedim. Bir konsolun üstündeki gençlik resmine baktım, birde hasta yatağındaki güzel yüzüne. İçime akan gözyaşımda debelendim bir zaman.
“Bir zamanlar ben öğretmen annemin çocuğuydum, şimdi öğretmen annem benim çocuğum.” diyordu emekli matamatik öğretmeni Yasemin Hanım. An olur bir bakış, bir gülüş, bir damla gözyaşı ve an olur bir cümle içinizin en derinine işler, gönlünüze yol olur. Üstelik öyle bir yol ki üzerinde yürüyen huzura kavuşur, merhametin lezzetine varır, evlat olmanın şavkını yansıtır, yücelere ulaştırır. Sohbet ederken annesini babasını dilindeki birkaç kelimeyle değil, duygu okyanusunun en derinindeki paha biçilmez cümlelere sığdırmaya çalışıyordu.
O anlattıkça boğazım düğüm düğüm oluyor. Sözleri sinemi acıtıyor, gözlerim domur domur yaşlarla doluyor, yaralı yüreğim hasretle yanıyordu. Hayırlı evladın ve güzel insanın tablosunu gök kubbeye duygularıyla çiziyordu kıymetli hanımefendi. Tamda asaletine, zarafetine kibarlığına yakışır bir tavırla. Ah Yasemin Hocam ne kadar da güzelsiniz, ne güzel evlatsınız. Siz kapıdan girince annenizin gözlerindeki heyecan pırıltısını gördüm. Ona olan şefkatinize şahit oldum.
Mutlu oldum. İnsanlığı ve evlat olmanın ne demek olduğunu bir kez daha anladım. Aklıma sözlerinizle, kalbime kalbinizle mühür vurdunuz. Teşekkürler sadece sınıfta değil, her yerde daima öğreten öğretmenim.
MAYIS/2017 ANKARA