Zaman olur; hayatın debelenerek geçirdiğiniz en umulmaz anında, istemediğiniz mücadelelere girmek zorunda kalırsınız. Kasırgalar, kördüğümler akla gelmez çekişmelerle boğuşursunuz.
Bu fırtınalı günlerin ardından ise derin vadiler, sarp dağlar aşmışçasına bitap ve yorgun, belki de avare ve biçare hissedersiniz. Yaşadığınız acı ve tükenmişlik katlanılmaz gelir.
Yahut uzunca bir süre, içinde debelendiğiniz mücadeleyi kaybetmenin utanç ve hayal kırıklığı, kötü yaralanmış gönül sancısı tahammülü imkânsız gibidir.
Sizden başkasının hissedemeyeceği kadar ızdırap verici zannedersiniz. Beklemediği anda yüksekten düşmüş bir çocuk gibi, kalkmak için dizlerinizde derman, kendinizde istek bulamazsınız.
Yaramız hiç iyileşmeyecek sanırız.
Hep kanayacak ve acımız hiç dinmeyecek…
Lakin izi de kalsa yaralar, zamanla kabuk bağlar ve iyileşir.
Gönlümüzün uğradığı her hezimet, zamanın acıya karşı kullandığı büyük törpü ile küçülür ve an olur bize belki de bir başka zaferi, yahut fazileti getirebilir.
Sanmayın ki, mücadele etmek yerine uysal ve sessiz bir çığlık olmaktan söz edeceğim. Bilakis insanın, yaşamı boyunca inandıkları ve doğruları uğruna mücadele etmesi gerektiğine inanan biriyim.
Öte yandan; doğru zamanda geri çekilmek de elbette ki bir erdemdir, diyeceğim… Fakat düşünüyorum da bunu bilmeme rağmen Cahit Sıtkı Tarancı’nın “ömrün ortası” dediği yaştayım ve sadece bir kere kendim gitme asaletini gösterebilmişim.
Girdiğim mücadelelerde varsa bir takım zaferler, bunların haricinde, kaybettiklerimde hep “git” dedirtecek kadar çetin savaşmışım.
Düşmüşüm…
Yaralanmışım…
Çok ağlamışım…
Ve Unutmuşum “”Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216 )
Sonra bir gün…
Teker teker öperken küçücük bir kız bebeğin eksiksiz parmaklarını, okşarken görmekle şereflendirilmiş güzel gözlerini ve tutabilen minik ellerini…
Asıl ve gerçek zaferin illaki ettiğim mücadeleden gelmeyebileceğini anladım.
Hayatta kaybettiklerine karşılık sana sunulabilen daha nice zaferler var. Tekrar ve tekrar bak yaşamına…
Çekilen acıların yerine, tadılan lezzetlerin büyüklüğü, belki de kaybedilen mücadelelerde yapılmayan çirkinliklerin ve arz ettiğin edebin veya dürüstlüğün bedelidir.
Hep demez miyiz; hayat tek başına da bir mücadeledir. İçinde haddi hesabı olmayacak kadar çok kavgalar barındıran bir mücadele…
Bu yüzden var olduğumuz sürece karşımıza çıkacak kavga ve müdafaalarımızda Rabbim gerçek kazananlardan olmayı nasip eylesin,
Yüreklerimizi tefekkür ile şereflendirsin…
Dediği gibi, büyük şair Mehmet Akif Ersoy’un;
“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdan…
Fazilet hissi insanda ancak Allah korkusundandır…”
Yaşam, anlamını çözen için zaferdir tabiki. Yeterki onun dilini çözüp anlamayı sağlayalım. Hoş bir bakış açısıydı Ayşe Hanım. Anlamlı beyin fırtınaları…ve selamet sahilleri…tebrikler.selam ve sevgiler.
Güzel insanlardan biri şöyle der: ” sen seferle yükümlüsün zaferle değil..”
Biz sefere çıktık bile onu samimiyet, gayret ve sabırla donatalım, gerisi taktire kalmış..
Güzel yazı ve hassasiyetinizden dolayı kutluyorum.. İHG
Meselenin ilk carpma,ilk temas ani varya iste tam orada muslumanin kilosu ortaya cikiyor..Herdefasinda bende bu kritigi yapiyorum ama basaramiyorum yine aklim tutuluyor,dizlerim cözülüyor.dagiliyorum…Cok zaman sonra saat,gün,hafta.ay.belkide yillar sonra aklim basima geliyor iste o zaman” ben buyum”,” bukadarim iste” Rabbime karsi diyorum..
sonra;tevekkuül..tefekkür..ve tövbe, tövbe,tövbe diyorum.
Selam ve Dua Ile..