Yaşamı öz olarak tanımlayacak olursak ,doğum ile ölüm arsında geçen zaman dır diyebiliriz. Bu zaman içerisinde insanın geçirdiği süre Allah’ın verdiği ömür kadardır.
Her insanın Fizik yapısının, karakterinin farklı olduğu gibi yaşamı da farklıdır. Duyguları, hisleri, hoşlandıkları beklentileri v.s.
Kimileri yaşamın en güzel bölümlerinin her şeyin gönlünce olduğu zamanlar olduğunu söylerken, kimileride böyle istiyordum oldu işte diyerek arzularını tatmin ettiği anları yaşamın güzellikleri olarak görür. Ama hepsinden önemlisi var olabilmektir bence. Yaşamı güzel kılmak ise yine bize düşer. Gözümüzü kamaştıran dünya nimetlerine aldanıp mevcut yaşamı zehir etmenin de bir anlamı olmasa gerek. Demek ki yaşam yaşadıkça güzelleşiyor. Yeter ki bizler yaşamasını bilelim. Bu konuda sayfalarca yazabiliriz, isyan edecek ya da zevkle söyleyebileceğimiz çok şey söyleyebiliriz.
Tatmin olmak bilmeyen arzularımız, isteklerimizin karşımıza çıkardığı sürprizler kadar başımıza getirdiği belalar da saymakla bitmez. En doğrusu kendi halimizce, içinde bulunduğumuz şartlar çerçevesinde yaşamı güzel görebilmektir.
Ya her şeyde bir mana olduğunu ya da her şeyin anlamsız olduğunu düşünürüz bu yaşam içinde. Bu da kişinin bakışına göre değişir. Birimiz küçük şeylerle mutlu olabiliyorken, az ile yetine biliyorken, hakkına razı olabiliyorken diğerimizin gözü doymazdır. Egolarını tatmin edebilmek uğruna pek çok şeyi hiçe sayabilmektedir hatta onurunu, şerefini bile.
Kimileri bir lokma ekmek için hayatını feda ederken kimileri konfor içinde yaşarlar yinede memnun olmazlar.
İnsanların dünya nimetleri için azimkâr olduğu kadar da doyumsuz olduğunu görüyoruz. Bu ikisi arasında bir tercih yapılması istense acaba kimler hangisini seçer? Gönlü zengin ve mütevazı olanların daha azimkâr olacakları aşikârdır. Mutlu olmanın sınırı nedir diye sorarsak herkesin verdiği cevap farklı olacaktır.
İnsanın kendisi ile barışık olması, hoş görülü ve alçak gönüllü olması kadar güzel ve asil bir davranış olamaz. Zaten içinde yaşadığımız toplumun bizden beklediği davranışlarda bunlardır. Bu davranışlar içinde olan her insan kendine saygın bir yer edinmiş ve değer kazanmıştır.
Mal varlığı yoktur, yatları katları yoktur belki ama onuru ve şerefi onu yüceltmeye yeterlidir. Dünya malı dünyada kalacağına göre alçalmanın hiçbir manası yoktur. Çalıp çırpanlarda aynı yere gideceklerdir.
Günümüz insanına ve onların yaşamına baktığımızda karşımıza son derece farklı tablolar çıkıyor. Hırs ve itirazları uğruna benliğinden vazgeçenden tutunda, bu güne de şükür diyenler de vardır. Gözümüzü bürüyen dünya nimetleri bizleri o kadar değiştirmiş ki her geçen gün kılıktan kılığa sokmaktadır. İnsan günlük geçimini temin edebiliyorsa, akşam evine ekmek götürebiliyorsa, sağlığı ve sıhhati yerindeyse mutlu saymalı kendini.
Bu doyumsuz ve sınırsız istek ve arzularımızın başımıza getirmediği haller kalmadığı halde daha düşünmeyiz ki fani ve geçici olan bu istek ve arzuların peşinden koşmayalım. Bolluk ve saltanat içinde yaşamayı herkes ister fakat bu saltanatın nasıl sağlandığını, yokların nasıl var edildiğini kimse aklından geçirmez. Gün gelipte bunların hiç birinin onun için kıymetinin kalmadığı ana kadar. O an geldiğin de eyvahhh! Der elbet ama iş işten geçmiş olur.
Kırıp döktükleri, yakıp yıktıkları bir bir geçer gözünün önünden hatırlamak bile istemez, yüzleri buruşur, gözleri dolar. Yaptıklarının bedelini nasıl ve ne ile ödeyeceğini düşünmek bile istemez.
Sonucun ne olacağını bile bile kendimizi ateşe atmanın bir anlamı yoktur. Eğer yaptıklarımız onurumuzu ve haysiyetimizi zedeliyorsa cürümlerin en ağırını işlemişiz, bizi gururlandırıp yüceltiyorsa mükâfatların en büyüğünü almış oluruz.
Ey insan, gerçekler ortada, gidilecek yol belli bunu seçme tercihi sana ait. Hangisini seçersen o tarafa git. Tabiî ki sonucuna katlanmayı göze alarak. İşte yaşamın en güzel yönlerini bizler belirleriz. Yaşam bizimle şekillenir. Eğer onu bir ustalık edasıyla işleyebilirsek yaşamaya değer en güzel bölümleri meydana gelir.