Kaçıncı defadır yazıyorum bilmiyorum ama bir kez daha İstanbul dönüşü Bandırma’nın ne büyük bir cennet, ne büyük bir nimet olduğunu görmenin mutluluğunu yaşıyorum.
Yine daha önce yazdığım gibi bence İstanbul’un en güzel yönü, Bandırma’ya dönüşü oluyor.
Evet, İstanbul son zamanlarda dünya başkenti olarak anılıyor, olimpiyatlardan tutun da, çeşitli dünya konferanslarına ve fuarlarına hazırlanıyor.
Aslında öylesine büyük bir gayya kuyusu ki, yatırım anlamında ne yapsanız, içinde yutup doğru dürüst bir yararlılık gösterme durumunu absorbe ediyor.
Halkın rahatı için yapılan her türlü yatırım, belli bir süre sonra sanki hiç yapılmamış gibi nüfusun hızla artmasıyla birlikte güdük kalıyor.
İstanbul’a yapılan yatırımlar da doğal olarak, Bandırma’ya yapılan 3-5 milyon YTL’lik yatırım olarak da düşünülmemeli.
Bandırma Belediye Başkanı Recep Eraydın’ın yaptığı bir değerlendirmeye göre kendi yönetimleri döneminde bugüne kadar yapılan yatırımların, yine bugünkü değeri ile yaklaşık 100 milyon YTL olduğu dikkate alınırsa, bu parayla İstanbul’a ancak herhalde birkaç kilometrelik hızlı tramvay yolu yapılabilinir.
Eğer kalabalıktan, kaostan, kargaşadan ve hergün milyonlarca insanın bir kıtadan diğer bir kıtaya göçeder gibi yer değiştirmesinden hoşlanıyor ve bunun için de hergün birkaç saatinizi harcamayı yaşamak olarak görüyorsanız, İstanbul sizin için biçilmiş bir mekandır.
Yok, sessizlik, sakinlik, dinginlik arıyorsanız, kesinlikle İstanbul’dan olabildiğince uzak durmaya da çaba harcamalısınız.
Evet, dünyanın en büyük ve en görkemli kentlerinden biri.
Fakat, gördüğüm kadarı ile İstanbul artık S.O.S veriyor. İmdat diye bağırıyor adeta.
Bu saatten sonra kurtarılabilinir mi artık bilmiyorum. Meçhul. Çok fazla da ümidim yok.
Aslında, İstanbul bizim için, yani Bandırma için iyi bir örnek olmalı.
Bulunduğumuz yerden İstanbul dikkatli bir şekilde gözlemlenmeli ve orada yapılan yanlışlıkların Bandırma’ya yansımamasına büyük özen gösterilmeli.
Zaman zaman televizyon ekranlarından izliyoruz, İstanbul’da hazine arazilerine yapılan gecekondu statüsündeki 8-10 katlı gökdelenlerin yıkılmak istenmesi karşısında yaşanılan meydan muharebelerini… Kendi memleketinde tarlasından bir kişinin dahi geçmesine izin vermeyen zihniyet, devletin tapulu arazisini işgal etmekte hiçbir sakınca görmeyip, üstelik çok küçük bir yatırımla milyon YTL’lik rantlar sağlamayı kendine hak görürken, karşı çıkan devletin görevlisine de taş ve sopalarla saldırmayı da kazanılmış hakkını koruma olarak algılıyor.
Tabii bunda, bugüne kadar siyasetçi adı altındaki sahtekarların, bu tür yerleşim alanlarına alt yapısıyla, üst yapısıyla, otobüs seferleriyle belediyenin her türlü imkanını götürerek, yasal olmasa da resmiyet kazandırmaları, İstanbul’un içine edilen en büyük yozlaşma olarak görülmeli.
Dediğim gibi tüm bu olumsuzluklar dikkate alınıp da, artık kurtuluşu neredeyse imkansız hale gelen İstanbul’un yaşadığı bu sıkıntıyı, içinde bulunduğumuz ama değerini bir türlü kavrayamadığımız Bandırma cennetinden uzak tutmaya çalışmalıyız.
En büyük görev kuşkusuz ki, kamu idaresine düşerken, belediyenin de bu konuda azami gayresi göstermesinin yanı sıra, kent biliçliliği olarak toplumun da en büyük destekçi ve yardımcı olması da kaçınılması mümkün olmayan bir kural olmalı.
Aksi takdirde, her geçen gün modernleşen bir Bandırma yerine köyde yaşamaya mahkum oluruz.