Seçim günü sosyal medyada yazdıklarımı söyle bir gözden geçirip, yazı haline getirdim ki tarihe bir not da ben düşmüş olayım.
Yalan râyic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkar.
Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş;
Ne din kalmış, ne îman, din harâp, îman türab olmuş!
Mefahir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl…
Bu izmihlâl-i ahlâkî yürürken, durmaz istiklâl!
17:25 ten bu yana Türkiye’deki durum Mehmet Akif Ersoy’un yukarıdaki şiiri gibi seyrediyor.
Onun üzerine hükümetin, halkı hızla soktuğu seçim atmosferlerine giriş çıkışlarda, hava koşullarının yarattığı yüksek gerilim ile ortam yine Mehmet Akif Ersoy’un aşağıdaki şiiri gibi oldu:
Sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih
Çevrende dalkavuklar; tapınır gibi, la-teşbih!
Sarık cübbe ve şalvar; hepsi istismar, riya
Şekil yönünden sanki; ömer’in devri, güya!
Herkes namaz oruçta; hepsi sözünü dinler
Zikir kur’an sesinden, yerler ve gökler inler!
Ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan
Sen onları kendine taptırırsın vesselam!
Derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın
Şimdilik putu sensin, tapılan menfaatın!
Hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut
Bunların dilinde hak; ama kalbi dolu put!…
Bütün bu ahlaki yapının çöküşü ile birlikte içi boşaltılan kavramların yerine madde ve can korkusu ile insanlar doldurulmaya başlandı.
7 Haziran’dan sonra aniden başlayan şehit haberleri ile tam bir stratejik oyun oynandı. Her şehit haberi geldiğinde oylarını saydıran hükümet, bunu zaten inkâr etmedi.
Üç aşağı beş yukarı 7 Haziran seçimlerindeki sonucu beklerken, mevcut iktidar, 1 Kasım seçimlerine giden dört aylık sürecin yollarının kan ile yıkanmasına göz yumdu. Ardı ardına gelen şehit haberleri, takipte olduğu halde yakalanmayan canlı bombaların kendini patlatması sonucu yaşanan hazin ayrılıklar, açılan kapanmayacak yaralar… Bütün bunlar olurken sürekli AKP nin ‘ya aç kalacaksınız ya öleceksiniz’ minvalli tehditleri; ölümü gösterip sıtmaya razı etme hamleleri. Bunlar da yetmiyormuş gibi muhalif medyayı susturma gayreti ve sonuç alması… Geniş kitlelere hitap eden Samanyolu grubunu dijital platformdan ve uydudan çıkartması… Bugün ve KanalTürk televizyonlarına ve gazetelerine çökmesi… İşte böyle bir çalkalanma, sarsıntı, yüksek gerilim tünellerinden geçip, seçim alanına iniş yaptık…
‘Seçmen güvenliği tercih etti’, diyor yorumcular… Oysaki durum tam da Otomatik Portakal benzeri bir durumu! Bir çete ve bu çetenin başı var karede… Çete bir dükkâna dalıyor. Her biri bir köşeye saldırıyor; bir yandan çalıyorlar bir yandan da ‘tak! ‘tak!’ içerideki müşterilerden bir kaçını vurup, düşürüyorlar gözlerini kırpmadan. Çetenin reisi, kasaya doğru hızla ilerliyor… Ha bu arada yukarıda duran kameradan çetenin reisiyle göz göze geliyorsunuz. Size pis bir gülümseme ile göz kırpıyor ve tek el ateşle ekranı siyaha düşürüyor.
Dükkânda kan gövdeyi götürürken, dükkân sahibi maddi ve manevi zarardayken haydut silahı, kasada duran çelimsiz (herkes İrlandalı boksör değil tabii ki!) delikanlının şakağına dayıyor ve soruyor ‘ya canın, ya kasanın anahtarı? Seçim senin, hürsün!’
Üzerine bir tutam da “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü de eklediğimizde.. Seçim sonuçlarının gerçeği yansıttığını söylemek hiç de adil olmayacaktır.
HDP, 4 ay içinde %3 gibi oy kaybetti. Bu süre içinde PKK, asker ve polislere aniden saldırdı (belki daha öncede vardı ama medyaya servis edilmiyordu) ve her gün şehit haberleri gelmeye başladı… Oysaki HDP %13 ile meclise girmişti.. İsteyeceği en son şey bile şehit haberi olamazdı… Demek ki PKK nın beklentisiyle/planlarıyla HDP’nin muradı birbirinden farklıymış. Bununla birlikte önce “PKK yaptı” denilen yüzlerce kişinin ölümüne sebep olan canlı bomba eylemlerinin altından IŞİD çıktı ve emniyet zaafı ile kör göze parmak… Ölenler kimdi peki? HDP… Özetle, PKK ve (ne idüğü belirsiz-bence derin devletin adamı ya neyse) elebaşısı, Demirtaş’in engellenemez(?) büyümesinden ve kendini aşmasından korktu ve HDP nezdinde aslında DEMIRTAŞ’a ayar verdi.. 1 Kasım’ın galibi PKK ve AKP (gizli veya açık; bilerek veya bilmeyerek) dayanışması oldu.
Seçimlerin üzerinden henüz 10-11 gün geçti ki Ömer Çelik ‘Imralı ile görüşmeler başlayabilir’ demeye başladı bile.. Anlaşılan o ki, Selahattin Demirtaş’ı yiyecekler.. Ne acı… Oysaki hukuk, şeffaf siyaset ve demokrasi ile normalleşebilirdik. Bu da bize bir kere daha gösteriyor ki, Türkiye’de derin devletin izni olmadan kuş bile uçamaz! Ve yine gösteriyor ki derin devlet, hem İslamcıların hem de Kürtlerin kılcallarına kadar girmiş!
Evet AKP’nin bu ölçüde büyük bir oy alması hoşuma gitmedi… Ama asıl mesele bu değil… Asıl mesele “muhalefete” tahammül edemeyen, “ben yapıyorsam, doğrudur; sana mı soracağım??” diyen bir siyasi yapının iktidar olmasında.. Bunu da Manisa ve Eskişehir’de STK olarak çalışmalarda bulunan masum kadınları (IŞİD de bile yapmadıkları bir muamele ile) kelepçeleyerek tutuklamaları ile tescillemiş oldular.
2002 den daha kötü bir Türkiye teslim alıyorlar.. Ayrıca Ortadoğu ve dünya daha da kötü… Ülke bin parçaya bölünmüş… Hadi bakalım, hayırlı olsun… Zalimin zulmünün artacağı günlere ‘hoş geldin!’ değin!
Yanmaya hazır İbrahimler lazım bu yeni devirde… Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler…