Düşünme özgürlüğünden, düşüncelerini açıklama özgürlüğünden söz ederiz ve bu tür özgürlükleri güya savunuruz.
Gerçekten bir toplumda farklı düşüncelerin, farklı görüşlerin olması kadar doğal bir olaydan bahsetmek herhalde kimseyi yanıltmaz. Tüm insanların düşünce, davranış biçimi olarak tekdüze olduğu, geleneklerin, alışkanlıkların egemen olduğu bir toplum düşününüz. Böyle bir toplumda yaratıcılık olamaz, ilerleme olmaz, yenilik olmaz. Hatta yaşam anlamını tümden yitirir.
Tıpkı 2 Temmuz 1993 Sivas yangını, bizlerin yaşama umudunu ve anlamını kaybettiği gibi. Madımak katliamı ile anlar babalar çocuksuz, çocuklar ise anasız babasız kaldı. Yürekler, yuvalar acıyla kavruldu. Katliam yaşanırken çekilen acılar ve gözyaşı katmerleşerek bir kez daha da çoğaldı. Yangın yerinde katillerin arkasından kimlerin olduğunu sarf ettikleri sözlerle gün yüzüne çıktı.
GÜVENLİK GÜÇLERİ İLE HALKI KARŞI KARŞIYA GETİRMEYİN !’’ Bu sözün sahibi, rakımı en yüksek tepede oturan zat-a aittir. OTELİ SARAN VATANDAŞLARIMIZA BİR ŞEY OLMAMIŞTIR !’’ Ya bu talihsiz cümle kime aittir. O dönemin Başbakan’ına ait olup ekranlardan müjde vermektedir. Diğer taraftan ise Ankara DGM’sinin sanıklar hakkında idam kararı verirken dayandıkları gerekçe ise tüyler ürperticidir: “ İnsanlık tarihinde din adına işlenen böyle bir vahşet görülmemiştir.
2020 yılının 2 Temmuz günü tam 27 yıl oluyor. 33 aydın, yazar, sanatçı ve bilim adamlarımızı ve 2 otel görevlisi olmak üzere 35 canımızı Sivas yangın yerinde hakka yolcu eyledik. Sivas’ta gerçekleşen bu vahşi katliam, Alevilere ve alevi değerlerine yönelik bir katliam gibi sahnelenip propaganda edilmeye çalışılmış ve böylece farklı inançlara sahip, yığınlara yedeklenmek istenmiştir. Ama gerçekleştirilen bu katliam sadece Alevilere değil, her din ve mezhepten aydınlara, her milliyetten insanlık değerini savunan haklara, aynı zamanda Ülkemizin geleceğine ve onun değerlerine karşı yapılmış karanlık bir ayaklanmadır.
Bütün bir insanlığın gelecek kuşaklarının; bağnazlığın, yobazlığın, dini siyasete alet etmenin, nasıl bir güruh olduğu konusunda durup düşünmesi gereken bir insanlık düşmanlığı örneğidir.”
O ne utkuydu öyle, O ne sevinme, Elleri kolları havada, Ağızları timsah, Nasıl tepindiler, nasıl çığlık attılar, Katiller baltalarını, bıçaklarını yurttaşların yumuk ağızlarında bilediler ve sövdüler.”
Alevi açılımları ile iftar sofralar ile Demokrasinin ve laikliğin üstünü örtenler bilsinler ki çakma Alevilerin, çakma aydınların karşısında direnmesini bilen iç dinamikler vardır ve sonuna kadar var olmaya devam edeceklerdir.
Bir dinin, bir mezhebin “devlet dini” haline dönüşmesi, başka inançların reddi ve Diyanet İşleri Başkanlığının trilyonluk bütçesi, yüz binlik “din görevlileri” ordusunun ülkenin en ücra köşelerine kadar “misyoner faaliyeti” yürüttüğü bir ülkede gerçek bir laiklikten söz edilemeyeceği açıktır. Açık olarak söylenmeli ki ülkemizde laiklik yoktur. Onun için boşuna “ bu ülke laiktir laik kalacak” sloganları atmak sadece kendimizi kandırmaktır.” Uleması olan bir ülke yönetiminin laik olduğundan söz etmek hayalcilik olur.
Bu sorun elbette sadece bugünün de değil, dünden gelen bir sorundur. Nitekim yakın geçmişte, Maraş, Malatya, Çorum katliamları gibi kitlesel katliamlar da tıpkı Madımak gibi bu ülkenin vicdan ve izan sahibi her insanın ruhunda yanmaya devam etmektedir. Bu sebepledir ki bu dava tüm demokratların, aydınların, insanlık için yüreği çarpan her kesimin davası olmayı ve
Korkudan anma törenine inemeyenler bir yerlerde rakı kadehi tokuştururken, korkmadan inenlerle; zulüm, yobazlık, sömürü ve faşizmi lanetlenmiş; Sivas, Çorum, Maraş, Gezi şehitleri, Soma şehitleri ve onca katliamlarda hakka yürüyen canlar bir kez daha anılmıştır. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, İbrahim Kaypakayalar, bağımsızlık adına Kurtuluş savaşı veren Mustafa kemal Atatürk alkışlarla selamlanmıştır.
“İnsanın ilk hakkı yaşamak, ikinci hakkı ise yaşatmaktır.” Yaşatamadığın insana cennet satsan cehennem ile korkutsan bilmem, kaç adet cami yapsan, dilekçeler yazsan, kaç yazar. Cennet istiyorsan eğer önce saçların, sonra elbiselerin, sonra bedenin tutuşacak ve türkülerle, deyişlerle yanacaksın bu da yetmez, Sivas cehenneminde semaha ateş’e duracaksın.
Bugün hala Sivas’ın üstünde kara kapkara duman tütmeye devam ediyor. Bu Devlet bu insanlık katliamları ile yüzleşmedikçe Sivas Madımaktaki o Bilim ve Kültür Müzesinin ismi değişip Katillerin ismi Sivas şehitlerinin isminin üstünden sökülüp atılıncaya ve adı Utanç Müzesi oluncaya dek o avuçlarımızda bir damla suyu Yan(G)ın yeri Sivas’a taşımaya devam edeceğiz.
O unutulmaz ve utanmazların, yürekleri ateşe verdikleri kara gün ve beyaza kara çalanların kirli, pis, lağım kokan nefesleri ve elleri asla temizlenmeyecektir. Fakat yitip giden aydınlarımız, yüreğimizin atardamarlarında hep olacak ve nefesimizde nefes olmaya devam edecektir. Ruhları şad olsun. Işıklarda olsunlar.
İnsan yakmak ve bundan kayif almak korkunç, bu korkunç insanlar ve korkunç inançları tamamen silinmeden, köklü değişim olmadan, genetik kodları değişmeden kötü insanların, dünyanın hiç bir yerinde huzur olmayacak, insanoğlundan daha korkuncu yok evrende