Yağmur damlalarına rağmen yürümeye devam etti. Evi görünce yavaşladı ve etrafına baktı, sessizce duvara yaslandı. Soluklandı, elindeki bakracı yere bıraktı. Yamalı bohçasını sırtından indirdi ve fındığın dalına astı. Dizlerinin üzerine çöktü ve derinden soluk aldı. “Yavrum bir tas ayran verir misin?” Dedi. Ayranı afiyetle içti. “Yarabbi şükür, çok iyi geldi.” diyerek ağzını elinin tersiyle sildi.
Ninenin gün görmediği, yılların çilesinin yüzüne aksetmesinden belliydi. Çalışmış didinmiş bugüne gelmişti. Her türlü zorluğa rağmen geçimini temin etmiş, yuvasını korumuştu. Ailenin hem anası hem de babası durumundaydı. Çocuklarının babası Kore’de savaşmış isimsiz kahramanlardan biri olarak Hakkın rahmetine kavuşmuştu.
Nine “ailenin şerefi elde kalan tek servetidir.” Diyerek dua ediyordu. “Bu son hazineyi de kaybetmemek için her sıkıntıya ve çileye göğüs germeli, çocukların yetişmesine özen gösterilmelidir.” Dedi. Nine tam bir Osmanlı kadınıydı. Başında yazması, sırtında desenli entarisi ve belindeki kuşağıyla dikkat çekiyor, kurtuluş mücadelesi veren gazi analara benziyordu.
Çıkık elmacık kemiklerinin çukurundaki yeşil gözleri, insana sevgiyle bakıyordu. Yüz hatlarına uygun burnu biraz büyükçeydi. Yüzü kırışık bir deriyle örtülüydü. Omuzları çökmüş, sırtı kamburlaşmıştı. Ayağındaki yün çorapları kilim desenliydi. Kara lastikleri iyice eskimiş ve solmuştu.
Her hafta başı evimizin önünden geçen nine, bizlerle dost olmuştu. Gerektiğinde Onu misafir ederdik. Çocuktuk fakat nineyi babaanne gibi sever, gördüğümüzde elini öperdik. Hiçbir zaman saygıda kusur etmezdik. O kardeşimin, “Yamalı Bohça” taşıyan ninesiydi.
Yamalı bohçalı Ninenin, bizlerle olan dostluğu yıllarca devam etti. İlgimize çok memnun olur, başımızı okşar bize hayır dualar ederdi. Zaten ağzı dualıydı. İki sözünün biri, Allah sağlık versindi. Onun için nineye dualı nine de derdik.
Nine yapmacık bir nezaketle veya sahte iltifatla değil, düşündüklerini açık bir biçimde dillendirirdi. Yeri geldiğinde çocuklarını anlatır, bağ ve bahçesinden söz ederdi. Tarlasında tırnaklarını parçalayasıya çalışmış, bu sayede evini yaptırmış, her yıl mısırını sebzesini, meyvesini yetiştirmiş, bağ ve bahçesine özen göstermişti. İşlerinin yoğunluğunda komşularından yardım gördüğünü gururla anlatırdı. Onun için Nine, “İyi insanlardan Allah razı olsun.” Derdi.
Yağmur araladı, sis yükseldi, toprak buharlaşmaya başladı. Ninenin elinden ayran tasını aldık. Gözleri doldu dudakları titredi ve yüzü asıldı. Koynundan oğlunun fotoğrafını çıkardı, öptü bize uzattı.” Çocuklar için ayaktayım.” Dedi. Ağaç yapraklarından damlalar düştü. Nine toparlandı,” yolcu yolunda gerek,” dedi. Allah’a ısmarladık diyerek patikadan aşağı yürüdü. Şoseye indiğinde oturdu, denizi seyretti. Beyaz köpükleriyle dalgaların hareketi hoşuna gitti. İnekleri ve çayırını düşündü. Bahçenin su arkları açık olup olmadığını bilmiyordu yağmur suları tarlaya zarar verebilirdi. Kalktı, adımlarını hızlandırdı. Asfalta doğru yol aldı.
Oğluna bir haftalık yiyeceğini bırakıp dönecekti. Havaya karar olmaz, yağmur şiddetlenir, heyelan olabilirdi. Bu düşüncelerle çabuk hareket etmeye çalıştı. Oğlu lisede okuyordu. Haftalık yiyeceği arasında; mısır ekmeği, patates ve bir bakraç yoğurt vardı. Ayrıca verdiğimiz meyveler oğluna katık olurmuş. Yükünün ağırlığına rağmen bu hafta da oğluna başarıyla ulaşmıştı. Önceki hafta ıslanmış, perişan olmuştu. Çünkü yağmur yolları yürünemeyecek duruma getirmişti. Su arkları kapanmış, sel suları her yanı esir almıştı.
Evine zor şartlarda ulaşan Nine, o gün kararını vermişti. İneklerden birini satıp oğlunu yüksek okulda okutacaktı. Çektiklerini oğluna yaşatmayacak ve köye örnek olacaktı. Oğlunun yüksek okulu bitirip, devlet kapısına bir anahtar uydurması durumunda rahat edecekti. Onun için elinden geleni yapıyordu.
Geçen hafta oğlunun ayakları su içerisinde kaldığı için okula gidememişti. “Ayağına lastik ve sırtına kazak alabilseydim.” Diyebildi. “Fırının üstündeki çekme katta kalmamış olsa, kışı zor geçirir. Fırıncının verdiği ekmek parçaları benim için çok büyük iyilikti.” dedi.
Beş yıldan beri görüştüğümüz yamalı bohçalı Nine, bu yıl görünmez olmuştu. Meğer oğlu yüksek okulu kazanıp gitmişti.
Yıllar sonra biz de yüksek okullu olduk. Çoğu öğrencinin karşılaştığı problemleri yaşadık. Başarılı olmak için çok çalıştık. Üniversitede danışman hocamız çalışkan, bilgili ve hayat dolu bir insandı. Öğrenciye çok iyi davranır, başarılı olmamızı canı gönülden isterdi. Bunun için elinden gelen yardımı yapardı. Çalışmadığı için başarısız olan öğrencilere üzülürdü.
Sene sonuna doğru genel sınavdan aldığımız notlara sinirlendi. Elindeki tebeşiri bıraktı. Pencereye döndü. Gözleri daldı. Yavaş ve sessizce konuşmaya başladı. Bu sıralardan nasıl geçilir, hayatın zorluklarına rağmen, başarıyı yakalamanın ne kadar güç olduğunu bilerek çok çalışmalısınız. Sınıf içinde biraz gezindi. “Rahmetli anam yaz kış demedi, okumam için adeta çırpındı. Her hafta mısır ekmeği, patates ve bir bakraç yoğurtla beni ortaokul ve lisede okuttu. Sırtında yamalı bohçasıyla beş altı saatlik yolu aştı. Yolda bir dost ailenin meyveleri bana katık oldu.” Konuşmasının bundan sonraki bölümünü duymadım. Hocamızın bu sözleriyle irkildim. Çünkü yamalı bohçalı Nine’ye meyve veren bizdik. O günleri hatırladım. Gözlerim doldu. Hocamız devam etti. ” Gaz lambasının titrek ve donuk ışığında, geceyi gündüze kattım. Başarmalıydım, başka çıkar yolum yoktu. O altı saatlik yolu yalın ayakla yürüdüm. Yırtık ayakkabılarımla idare ettim. “Yüksek okulda, genelde hafta sonu inşaatlarda çalıştım. Harç kardım, tuğla taşıdım. Hayatın girdabından çıktım. Karşılaşacağınız güçlükleri çalışmakla aşabilirsiniz. Bugün her isteğiniz yerine geliyorsa, karşılığı çalışmamak mıdır? Başarısızlığı ilke edinmek midir? Marka giyiniyorsunuz. Yabancıyı ancak taklit ediyorsunuz. Ülkenin bozulan sosyal ve kültürel yapısına bu şekilde ancak katkıda bulunuyorsunuz.
Hocamız konuşmasına, “Üniversiteyi bitirip ilimiz lisesine öğretmen olarak tayin edildiğimde anamın sevincini görmeliydiniz. Gözü yaşlı hâlde, “kuş gibi hafifledim!” demişti. O gün sanki gençleşti, çektiklerini unuttu. Sırtının kamburu düzeldi, yüzünün kırışıklıkları gitti. Hocamız sustu, gözlerinden akan yaşı eliyle sildi. Sınıftan çıktı. Duygulandım, peşinden gittim. Yanına yaklaştım, yutkundum, ne diyeceğimi bilemiyordum. Toparlandım ve “Yamalı bohçalı Nine annenizdi, demek?” Sözümü bitirmeden “Nereden tanıyorsun?” diye atıldı. Sessizce “Nine’ye meyve veren, Onu misafir eden, korumaya çalışan benim ailemdi.” Dedim.
Hocamız bir an şaşırdı, elinden çantası düştü, boynuma sarıldı, hıçkırığını tutamadı.
Hasan TANRIVERDİ
evet ne zorluklarla okudu bir nesil…ama gelen nesle yeterince anlatamadık sanki…yüreğinize sağlık…