Mahallenin çaycısı yalınayaktı. Ayağına terlik dahi giymezdi. Çocukluktan beri alıştım, diyordu. Herhalde ayağına bir şey de batmıyordu.
Çaycı, insanlar evinden çayımı içmek için çıkacaklar. Bu semtte çay denilince, “Çay ocağım” akla gelecek, diyordu.
Çaycı esnafı dolaşır, çayını taktim ederdi. Günde en az iki defa çay takımlarını değiştirirdi. “Yeni bardaktan taze çay içmek. Çayın değerini bilmeyen içmesin daha iyi,” derdi.
Çaycının ayakları çıplaktı. Ayağında terlik dahi bulunmazdı. Ayağını korumak istemez misin? Diye sorulduğunda, konuyu kafasında tartışır gibi davranırdı. İçini çeker, soruna sonra cevap vereceğim, derdi. Ağzını açar fakat konuşmak istemezdi.
“Toprak varsa bahar dalı güzelleşir. Ayağımı toprakla buluşturuyorum,” derdi.
Yalın ayağıyla çaycı suyla deryaya akıyor gibiydi. Taşlara çarpmamak için dikkatli adımlıyordu. İşini temiz planlar ve dürüst davranırdı. Esnaflara koşarak gider ve çayını soğutmazdı. Koşarken bazen çarptığı insanların üzerine çayı döktüğü ve bardaklarından kırılan da oluyordu.
Mevsim gereği, yağmur ve soğuk yalın ayak çaycıyı, hastaneye düşürürdü. Doktorlar hangi akla hizmet ediyorsun. Ayaklarını üşütmeyeceksin. En azından terlik giymen gerekir, diye öğüt verirdi. Hastanede yalınayak çaycıya serum bağladılar ve ilaç iğne verdiler.
Yalınayak çaycının morali bozuktu. Ayakkabı nasıl giyecekti. Yardımcısı çayları esnafa iletti. Yardımcısına teşekkür etti.” Bundan sonra terlikli çaycı olacağım,” dedi. Esnafı gezdi ve memnun değilseniz çayınızı tazeliyeyim. Bundan böyle terlikle koşacağım,” Dedi. Hastalığın hafife alınmayacağını biliyordu.
Beden ve ruh sağlığı uyumluysa yaşama sevinci artar. Böylece yeni sevinçlere kavuşursun. Kendine güvenir ve işini seversen, daha başarılı olursun. Terlikli çaycı sabah ışırken çay ocağına gelir ve çay hazırlıklarını yapardı.
Esnaf dükkânı açmadan çayını içerdi. Çaycı esnafın ruhunu iyi kavramak gerekir, derdi.
Yalın ayak çaycı terlik giyse de ikinci gün, tekrar hastaneye gitmek zorunda kaldı. Çünkü soğuk algınlığının hasarını henüz atlatamadı. Bu defa da doktorlar, ayağına bot giymelerini istediler. Çaycı direnemedi ve ağrıları devam ediyordu. Botlar ayağına ağır gelse de artık yeni botları giyinmişti.
Esnafa çay götürürken botlu adamı yakaladı ve bot giymeye nasıl başladın, dedi. Adam iki gün çıkartma alışırsın. Bot giyersen de soğuk almazsın. Hasta adamın da çayını kimse istemez, dedi.
İki hafta sonra yardımcısının düşmesi botlu çaycıya tam bir sürpriz oldu. Çünkü yardımcı en az bir ay sahalarda yoktu. Diz eklem bağları koptu ve kolu kırıldı. Yalınayak çaycı yardımcısı için gerekeni yaptı. Hastaneye iki günlüğüne yatırıldı.
İki ay sonra geldiğinde çaycı yardımcısı yorgun görünümlü ve zayıflamıştı. Botları ayağından hiç çıkartmayan yalınayak çaycı, ocağın duvarına, “Işık gözünü, gül gönlünü açar,” Yazmıştı. Ocağıma üç kapıdan girilir, “Zekâ, sevgi ve güzellik” diye yazmıştı.
Yalınayak çaycı, ayağından botları çıkartmıyordu. Hayat mücadelesini kaybetmek istemiyordu. Koşturacak fakat düzeninden taviz vermeyecekti. Umut doluydu, yardımcısına da moral veriyordu. Onun da günü dolmuş sargıları çıkacak ve sağlıklı yürüyecekti.
Çaycı çevredeki toplantılara da çay yetiştirmeye başladı. Yalnız çay dağıtan bir kişi daha aldı. “Sırt üstü yatarak hayat kazanılmaz,” derdi.
Çaycının saçlarına aklar düşmüş, alnının kırışıkları derinleşmişti. Esnaflardan, aklar ne oluyor diyenlere, “Motordan tuhaf sesler geliyor,” diyordu. Hayat insanları duvardan duvara çarpıyor. İşini iyi yapmazsan, çarpılıyorsun ve işinde yükselmen gerekirken, alçalıyorsun, derdi.
Çay denilen hayat ağacımız, çiçekte ve meyvede veriyor, derdi.
Esnafı çaya alıştırdık. Daha iyi çay için çalışacağız. Yardımcısı da iyileşmiş koşturmaya başlamıştı. Yalınayak çaycı, botlarıyla daha iyi koşabiliyordu. Her gün iki defa çay takımlarını değiştirmeye devam ediyordu. Çayını da her durumda zirvede tutmaya devam ediyordu.
“Hayatın heyelanına kapılmamak gerekir,” diyordu.
Yapraklar dökülse, kuş sesleri kalmasa da çayımız fokurdayacak, diyordu.
Hasan TANRIVERDİ