“Karın tokluğuna çalışmak ve bu sayede evine ekmek götürmek,” kavramlarını bilmiyordu.
Yalan rüzgârı esiyordu tepesinde. Fısıltı, sam yeli ve fırtına yaratırcasına.
Yalandı, hastalıklar ve ölümler. Onlar için bir fısıltıydı, aşılar.
Uçak kalkıp gidiyorsa onlar da biletini almıştı, neşe ve sevinç içinde. Hafta sonu Paris, oradan Manş’ı aşıp ver elini Londra demişlerdi. Maske sıkıntı ve aşı gereksizdi. Parklar bahçeler, Londra güzeller Ülkesi ruhları açıldı ve mutlu oldular.
Geri dönüş, Paris üzerinden. Uçak dolu, ikinci ve üçüncü dalga ile gelen yeni virüsler.
Evde büyükler bekliyordu. Bir de anneanne ve büyük baba vardı. Onlar da ziyaret edildi. Tatilin günleri değerlendirildi. Virüs dalgalarına bakmadılar, kendilerince dalga geçtiler. Dalga geçtiler, büyüklerle ve büyükler yoğun bakıma gidene kadar.
Büyük olasılıkla İngiltere’den mutasyonlu virüs kapmışlardı. Onların Ülkeye sokulmaması gerekirdi. Geldiler, bulaştırdılar ve bulaştılar. Akılları başlarına geldi ama, sevdiklerini de kaybettiler.
Yalan rüzgârı fısıltıyla başladı. Londra’da fırtınaya dönüştü. Fırtına peşlerinde olduğu hâlde, havaalanına kadar kaçabildiler. Sam yeli bitkileri kurutması gibi onları da kuruttu.
Kalmadı sevdikleri, kalmadı istekleri ve maske bir ölçü çevrenden koru, kalabalığa girme. Evde kal, sağlıklı kal, görünürde bir şey yoktu. Fakat çiçekler de kurumuştu. Sam yeli mi kurutmuştu onları. Kurutan koronaydı.
Yaşayan görüyor, doğrular çıkıyor ortaya, hastalığı hesaba katmadık fakat olanlar içimizi yaktı.
Farkında olduk yaşadıklarımızın.