Yalan, inancımıza göre, tüm kötülüklerin baş sorumlusudur. Öyle bir sorumludur ki, ahlaki çöküşe neden olur. Ahlaki çöküşün olduğu yerde de hukuk ve adalet kalmaz.
Yalanla birlikte, kişilerin; sahtekârlığı ve riyakarlığı sonucunda yüzlerinin haya perdesi yıpranır. Yüzünde haya kalmayan kişi için, doğrunun hiçbir özelliği kalmaz ve istediği gibi konuşur. Böylece beyni hileyle dolar.
Beyni hileyle dolu olan bir insanda, öyle bir ruh hâli vardır ki, o konuşurken, sen utanırsın. Hiçbir cümlesi doğru değildir ve beyinlere ulaşmaması gerekir. Tamamen uydurma ve yalan üzerine kurgulanan bir söz diziliminden ibarettir. Yüzünün konuşurken aldığı çirkinliği, hilekarlığı maske taksa da kapatamaz.
Buraya kadar anlaşıldığı gibi, iradesini ve şahsiyetini kaybetmiş insanların edindiği seviyesizliğin karşılığı yalandır. Düzelme şansı kolay değildir. Yalanı yaşam tarzı hâline getiren, iğrenç bir tip olur çıkar.
Yalanı alışkanlık hâline getirmiş kişiler, menfaatleri söz konusu olduğunda, korku dolu bir olayla karşılaştığında ve gelecekle ilgili kaygı taşıdığında görüş bildirmek üzere konuşmaları kesinlikle yalandır. Saçı ağarmış, hayatının son demlerini yaşasa da utanmadan yalan konuşur.
Dinimiz yalanı şiddetle reddeder. Yalanın kötülüklerin anası olduğunu açıklar. Yürekleri katılaşmış olan, soyguncular için yalan şeytani bir girişimdir.
Yalan ve yalanla ilgili davranışını sürdüren kişiler, nezaketin arkasına sığınıp “Kitabına uydurdum” demekten kendini alamaz. Böylece sahtekâr ve riyakarlığına devam ederler.
Yalan konuşan, karşısındakine iftira atan ve bu davranışını da din adına yapan “Dincilerin” varlığı büyük üzüntü kaynağıdır.
İnsanları kaşın başına getir ve oradan uçur. Altta akan seli kimse görmediği için, yine seni alkışlayacaklardır. İşte böyle yalan söyleyen, konuyla ilgili olarak kılıfını da hazırlayacaktır. Denir ya “Minareyi çalan kılıfını hazırlar,” diye.
Yalan, siyasi guruplarda kendini savunma mekanizması hâline gelmiştir. Bu durum toplum adına iyi olmayan bir sosyal hastalıktır.