Bahçe duvarında yaban arısının yuva kurduğunu duyan, yolunu değiştiriyordu. Adı, mahalleyi hatta köyü tedirgin etmeye yetmişti.
Komşuların gelinini, o gün, yaban arısı sokmuş ve hastanede gözünü açmıştı. Doktor, yetiştiremeseydiniz, hasta şişer, soluk alamaz ve alerjiden hayatını kaybederdi. Böyle bir kötü örnek de yaşamış olan mahalleliyi korku sarmıştı. Fakat çocuklar tehlikenin farkında değildi. Çünkü taş ve sopalarla arıları korkutmak, yuvalarından kaçırmak istiyorlardı.
Korkuyu hiçe sayan, çocuklar, yaban arısı yuvasıyla oyun oynuyor, onları alaya aldıklarını sanıyorlardı. Oyunlarında, bahis bile tutuyorlardı. Yuvanın önünden yürüyerek veya koşarak geçmek için yarışıyorlardı. Bir ara bisikletle geçmek için hazırlık da yapan olmuştu.
Yuvanın önünden geçerken bağırmak, arıyı hiçe saymak, oyunlarının birer parçasıydı. Arılar da bu tür seslerden huylanıyor, saldırıyor ve kimi bulursa sokuyordu. Yaban arısı, çocukların başının üzerinde vızlasa bile çığlıkları mahalleyi sarsıyordu.
Buna rağmen, arılarla oyuna devam ediyorlardı. Enseden yakalanan bir çocuk, bir saat bağırıp çığlık attıktan sonra sakinleştiğinde, sanki enseme değnekle vurdular, yarı baygın yere düştüm, diyordu.
Bir sonraki gün hafta sonu tatilinden de yararlanan çocuklar, yuvaya; taş köstek ve sopa ile vurup kaçmaya başladılar. Mahalleden büyükler, çocukları ikaz ediyor ve bu ikaz bir saat sürüyordu. Sonra bir şekilde toplanıp patikada arıların, giriş çıkış kapısına taş ve köstek atmalar devam ediyordu.
Çocukların yuvayı karıştırması, çimende otlayan inekleri de arıların sokmalarına neden oluyordu. Çocuklarla konuşmak fark etmiyordu. Çünkü tamam diyorlar, fakat yapmıyorlardı. Çocuklardan biri bisiklet ile patikadan geçmiş, ikinciye düşmüş ve bisikletini bırakıp kaçmıştı.
Yaban arısı, bahçe duvarına yuva yaptığına bin pişman olmuştu. Fakat bugüne kadar sessizlik niçin yerini gürültü, taş ve çomak atmaya bırakmıştı. Ayrıca yaban arısının burayı seçmelerinde ki amaçları, bahçede çiçeğin ve meyvenin bol olmasıydı.
Yaban arıları uzun yol kat etmeden, çiçeğin ve meyvenin balına ulaşabiliyorlardı. Böylece yavru bakımını rahatlıkla yapabileceklerdi. Çocuklar olmasa, arıları rahatsız etmek söz konusu değildi. Patikadan geçenler de arıları fark bile etmiyorlardı. Babam, bahçeyi düzenledi, belledi ve kazdı. Yaban arılarının varlığından bile haberi olmamıştı. Yazık, hayvana dokunmadıktan sonra sana niçin saldırsınlar.
Yuvalarını her yıl duvara yapmalarının bir diğer nedeni de taşlar arasından yavrulara ulaşmanın kolaylığı idi. Çünkü, değişik yollardan yavrulara erişim sağlanıyordu. Besin taşıma işlemi kolay oluyordu.
Yaban arıları tatilin başladığını nereden bilecekti. Yavruları uçabilme durumuna gelseler, başka tarafa gidebilirlerdi. Çocuklar okula gitmiyor, memurlar izinli, mahalle kalabalık, insanların sesleri rahatsızlığımızı artırıyordu.
Yaban arıları, duvara yuvalarını kurduklarında, mahallede üç evde ikişer yaşlı vardı. Onların da yol ve duvarla ilgileri yoktu. Onun için yuvalarını bahçenin verimli yerine yapmayı düşünmüşlerdi. Patikadan günde bir kişi bile geçmiyordu. Bahçe sessizdi. Bir görünüp bir kaybolan serçeden başka hareketli olan yalnız kavak yapraklarıydı.
Yaban arısının, problemlerine bir de yağmur eklenmişti. Yağmur akşamüzeri başlamış ve devam ediyordu. Çocuklar yoktu ama onlar da dışarı çıkamıyordu.
Gece sakin geçmişti. Sabah, güneş parlak ışınlarıyla, gökyüzünün maviliğini ve yeryüzünün yeşil örtüsünü aydınlatıyordu. Mahalleden çocuk sesi gelse de duvar unutulmuş gibiydi. Belki de korkudan bahçe duvarına yaklaşmıyorlardı. Çünkü, yaban arısının zehrini tatmak aklını başına getirmişti.
Arılar, yağmurun acısını çıkartmak için, meyvelere saldırıyorlardı. Patikadan geçenlere bakmıyorlardı. Çocuklar arıları rahatsız ettiği için arılarda kendilerini koruyorlardı. Kardeşim tabağına gelen arıyı kovmamış ve tabağı pencerenin önüne bırakmıştı. Bir iki saat içerisinde tabaktaki tatlıyı halletmişlerdi.
Arıların yuvasından çocukların yaramazlığının simgesi çığlıklarından sonra haberimiz oldu. Yapmayın desek de önlerini alamadık. Tehlikenin farkında değillerdi. Çünkü yaban arısı, bal arısı gibi insanı soktuktan sonra ölmüyordu. Onun için, bir arı çok sayıda insanı sokabilirdi. Zehri alerji yaparsa, insan çok zor duruma düşebilirdi.
Görmedik fakat çocuklar, toprağı çamur hâline getirip arıların yuvasına atmışlar. Arılarda yuvadan çıkıp bir tanesini daha hastanelik etmişler. Çocuklarla arıların mücadelesinin sona ereceği yoktu. Kardeşim, olaya el atmalıyız, böyle olmayacak dedi.
Kardeşim, güneş doğmadan kalktı. Hemen işe koyuldu. Bahçe kenarında yetişen, yiğidin bitkisinin tepelerini kesti. Kestiği yere ip bağladı. Sonra bitkiyi tahta üzerinde ezdi. Bitki ezilirken öyle pis kokuyor ki, acı bir koku. İnsanın burnu sanki yerinden kopuyor, gözler kızarıp yaşarıyor.
Ezdiği bitkiyi arı yuvasının önüne denk gelecek şekilde duvardan aşağı asıyor. Sabahın seherinde uyanan arılar, gün ışığında soluklanmak için, dışarı çıkmak istediğinde, o acı ve pis kokuyla karşılaşıyor. Kokunun etkisiyle bayılma nöbeti geçiren arılar, yuvasına zorda olsa dönüyorlar. Durumu arkadaşlarına bildiriyorlar.
Akşamüzeri ikinci bir yiğidin bitkisini ileri süren kardeşim, arılara, buradan bir an önce kaçalım kararı aldırıyor. Böylece yavrularını da alan yaban arıları sessiz sakin dere kaşına taşınıyorlar.
Bir gün içerisinde arıların kaybolmasına mahalleli şaşırdı. Kardeşim, bitkileri duvardan aldığı için olayın kimse farkında olmadı.
Böylece on günlük arı macerası, iki zayiatla kapanmış oldu. Yalnız mahallede çocukların çığlıkları bir süre daha yankılanmaya devam ettı.