Projeler koftiden; ağabeyler ablalar, mücahid ve mücahideler naylondan çıktı. Çok mu karamsar olduğumu düşünüyorsunuz?
“YA İÇİNDESİNDİR ÇEMBERİN
YA DA DIŞINDA YER ALACAKSIN”
Bir anafor bu. Biz felaket zamanlarının çocukları bu anafora kapılmış, burkula burkula dibe doğru çekilmekteyiz sanki. Anaforun çemberleri gitgide daralıyor, bizi yutan girdap helezonik bir küçülmeyle dibe doğru uzanıyor. Girdaba karşı yüzenlerimiz oldu ve hala var. Nice namlı yiğitler, bıyığında adam asılan kahramanlar, bu girdap tarafından yutuldu, yutuluyor. Bu anafora düşenler kurtulamıyor sanki, girdabı peydahlayan çamurlu ırmağın kıyısında aylar sonra morarmış ve şişmiş cesetlerini buluyoruz çoğunun. Bir kısmı ise tamamen yitik… Nedir bu anafor, niye bu girdap?
İç içe geçmiş daireler düşünün, bu dairelerin her biri birbirine geçişli, birbiriyle sımsıkı bağlantılı. Halkalar içerden dışarıya doğru sıralanıyor. En içerdeki halka, diğerlerinin ana eksenini oluşturuyor. O eksen olmadan ya da o merkezdeki dairenin hakkını vermeden, bir ayağını daima o merkezde sabit tutmadan yapılan her şey, her türlü girişim bozuma uğramaya mahkum oluyor.
Eğer merkezi ihmal ederek dış dairelerden içeriye doğru bir seyir takip etmeyi kendimize yol, yordam bellemişsek, bir süre sonra merkeze tutunmamış olmanın iğretiliği ile girdabın rüzgarına yenik düşüyor, ya dışarıya fırlatılıyor ya da çoğu kere olduğu gibi içe doğru kapılıp dibi boyluyoruz. Ne anlatmaya çalışıyorum böyle? Altı üstü bir köşe yazısında ne yapmaya çalışıyorum? Kafanızı karıştırmaya çalışıyorum desem, kafanız zaten karışık? Bazı şeyleri yerli yerine oturtmaya çalışıyorum desem, kimin haddine düşmüş derler adama… En iyisi bir işaret fişeği ya da izli mermi gibi hedefi işaret etmeyi denemek… Belki de küçük bir köşeden yapılan atışlar ancak buna kifayet ediyordur…
Şöyle ki, en merkezdeki daire, şahsiyet ve nefs dairesidir… Dışa doğru ikinci daire, aile ve cemaat dairesidir. Üçüncü daire, toplum ve siyaset dairesidir. Elbette aralarda geçişi sağlayan daha pek çok ara daireler var. Öncelikle, kurtuluşu ve çareyi, bu daireler arasında dıştan içe doğru (yani çevreden merkeze doğru, siyaset ve toplum dairesinden şahsiyet ve nefs dairesine doğru) bir yöntemle mi bulacağımızı düşünüyoruz, yoksa içten dışa doğru (merkezden muhite doğru) bir yol yürümekle mi bu hedeflediğimiz sonuca ereceğimizi düşünüyoruz, bunu netleştirmek gerekiyor. Yani, zihniyetimiz, ‘Kurtuluşumuz önce toplumu düzeltmek, siyaseti kumanda etmek, medya kanalıyla bir anda kitlelere ulaşarak toplumu yukarıdan aşağıya ıslah etmektedir kardeşim. Öyle karınca yavaşlığıyla fertlerle uğraşıp durmakla olmaz bu iş, bak adamlar medya aracılığıyla bir anda ne acayip tahripler yapıyor…’ şeklinde özetlenebilecek bir anlayışa mı oturuyor?
Ki bu anlayış, özellikle dindarlar arasında bir dönem çok baskın olmuş, günümüzde ise farklı biçim değiştirmelerle birlikte hakimiyeti koruyan bir yaklaşımdır. Neredeyse yarım yüzyıldır hem kurumsal, hem ekonomik, hem siyasal alanda bu anlayışın tezahürü olan duruşlar sergilendi. Bunun karşısında ise, yine dindarlar arasında hatırı sayılır bir grup ise, işe önce bireyden başlamak, nefs terbiyesini ihmal etmemek, adam yetiştirmek, cemaatleşmeye önem vermek, özellikle eğitime konsantre olmak gibi bir yolu takip ettiklerini söylediler, bu anlayışı dillendirdiler, bu uğurda ciddi mücadeleler de verildi denilebilir. Fakat kanımca burada gözden kaçmaması gereken asıl nokta, her iki anlayışın müntesibi olanların, her türlü çabasında mutlaka ama mutlaka bir ‘sonuç’ hedeflemiş olmalarıdır. Yani hem dairelerin dışından içine doğru gitmek isteyenler, hem de içinden dışına doğru gittiğini iddia edenler, her halukarda bir projenin, bir tasarının, bir kurgunun, mühendisçe bir kurtuluş reçetesinin peşinden gittiklerini gözden kaçırdılar. Toplumu, gizli veya açık iktidar odaklı, maddi veya manevi otorite ile dönüştürme projeleri, projenin iflasını doğurdu. Geriye, büyük bir inatla müflis projelerine tutunmaya çalışanlarla, anaforun rüzgarının serinletici zevkine kendini koyverenler, ‘dünyadan da nasibini almak lazım’ diye üstüne basa basa söyleyenler kaldı. Lakin olan, çalkantılı ve köpekbalığı dolu denizde yol, iz bulmaya çalışan, kendine kıyıyı gösterecek bir deniz feneri arayan biçarelere oldu, oluyor. Projeler koftiden; ağabeyler ablalar, mücahid ve mücahideler naylondan çıktı. Çok mu karamsar olduğumu düşünüyorsunuz? Bilakis, bahar yeniden geliyorsa umut olacak demektir…
Peki, genel anlamda sonuç ne oldu? Bu soruya isterseniz şöyle cevap vermeyi deneyeyim: Geçenlerde, küçük kızım, hemen yanıbaşımızdaki apartmanda oturan komşumuzun üç çocuğunun isimlerini söyledi. Doğrusu, isimler bana pek bir manidar geldi. Sırasıyla şöyle: Evrim, Devrim, Sürpriz.
Not: Bu eski(meyen) yazıyı son günlerdeki hissiyatıma tercüman olması kasdıyla yeniden ilginize arzettiğim için affımı istirham ederim…