Sevmek… Sevmek… Gene sevmek…
Budur sadece bildiğim.
Tanrım! Aşk ver petek petek,
Değsin dünyaya geldiğim…
Sabri Galip NAKİPLER
İki yıl önce, ilginç bir haber dolaşıp durdu; internette günlerce. Siz de görmüşsünüzdür. Aynen şuydu haber:
İstanbul’da bir lise öğrencisi İlayda Şamilgil, “Maddelerdeki su oranını mıknatısla ölçen” bilimsel bir proje üreterek TÜBİTAK’a teslim etti. TÜBİTAK yöneticileri bu projeyi gereksiz bularak reddetti.
İlayda projesini bu defa “First Step to Nobel Prize in Physics” (Nobel Fizik Ödülü için İlk Adım) isimli uluslararası yarışmaya gönderdi. 70 ülkeden yarışmaya katılan 5000 proje içinde, TÜBİTAK’ın yararsız dediği İlayda’nın projesi birinci oldu.
İlayda’yı canı gönülden tebrik ediyoruz. Medyamız bu gibi konulara destek vermiyor. Ama siz paylaşarak destek olabilirsiniz.
İnsan bir haberi okuyunca ya sevinir, ya üzülür; değil mi? Ben hem sevindim; hem üzüldüm.
Niçin mi?
Doğal olarak, özellikle lise çağındaki gençlerin, akılları kafalarından bir karış yukarıda olur; genellikle. Demek ki, farklı bir genç kızımız İlayda.
“Her buluşu gâvurlar yapacak değil ya. Onların kafasında akıl var da bizimkinde çakıl mı? Bizden daha zeki yaratmadı ya onları Tanrı. Ben de insanım. Benim de aklım var, zekâm var. Çalışır, uğraşır, didinirsem, ben niçin bir buluş yapamayayım?” diye düşünmüş; genç kızımız.
Ne iyi edip böyle düşünmüş de aklını, fikrini, bilgisini, zekâsını ve dahi zamanını bilimsel bir buluş yapmak için kullanmış!
Yararlı işlere harcanan hiçbir emek boşa gitmez. Görüldüğü gibi İlayda’nın emeği de boşa gitmemiş.
Domates, patlıcan üretse; nakış işlese, dikiş dikse, çorap ya da kazak örse, pazara götürüp satar; üç-beş kuruş kazanırdı. Ama İlayda’nın çalıştığı konu farklı, dolayısıyla elde ettiği ürün de…
Fırıncı da ilgilenmez O’nun ürünüyle, kasap da… Berber de, “Bana ne!” der; marangoz da…
Bunu çok iyi bilen genç buluşçumuz, (mûcit) TÜBİTAK’a başvurmuş ki, doğru yapmış elbette.
Bilirsiniz ya, yazayım yine de: TÜBİTAK, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun kısa adıdır. “BİLİMSEL ARAŞTIRMA” kurumumuz oluyor yani.
Devletimizin her kurumu gibi, her yurttaşımızın ödediği vergilerle çalışır; TÜBİTAK da. Adından da belli olduğu gibi görevi, ülkemizde bilim ve teknolojiyi teşvik etmek, yönlendirmek, bu tür çalışmalara öncülük edip dünyadaki bilimsel araştırmaları yakından izleyerek gecikmeden halkımızın hizmetine sunmak…
1963’te kurulduğuna göre, yaklaşık 60 yıllık bir kurum… Bu süre içinde kuruluş amacına ne kadar hizmet etmiştir; bilemem. Araştırmaya değer.
Sözünü ettiğimiz bu haber, biraz uydurma gibi geldi bana! Neden mi?
“İstanbul’da bir lise öğrencisi…” diyor. Hangi lise kardeşim? Yüzlerce lise var İstanbul’da. Niçin yazmıyorsun adını?
Yine diyor ki haber, “Öğrenci İlayda Şamilgil, bilimsel bir proje üreterek TÜBİTAK’a teslim etti. TÜBİTAK yöneticileri bu projeyi gereksiz bularak reddetti.”
Olmaz, diyorum; böyle bir şey, olamaz. Şöyle düşünelim: Elinizde bir ton ununuz var. Bir fırına gidiyor, satmak istiyorsunuz. Fırıncı, “Hayır, bu un değil.” deyip kovuyor sizi.
Ya da bir koyun götürüyorsunuz kasaba. “Bu koyun değil.” deyip elindeki satırı gösteriyor.
Bu nasıl olmazsa, TÜBİTAK adlı bilimsel kurumda çalışan bilim insanlarımız da bir genç kızımızın kendilerine verdiği ciddi bir projeyi geri çevirmezler; diyorum.
Ayrıca, henüz lise öğrencisi olan bu kızımız, TÜBİTAK gibi saygın bir kurumun, “Hayır, bu bilimsel bir proje falan değildir.” dediği bir çalışmayı, “TÜBİTAK’taki bilim insanlarımız yanılıyor. Bilimsel bir projedir bu.” deyip uluslararası bir yarışmaya gönderme cesaretini nerden almıştır?
Ve sonra!..
Bizim saygın kurumumuz TÜBİTAK’ın, “İşe yaramaz, uyduruk, beş para etmez.” dediği bir proje, 70 ülkeden 5 bin kişinin katıldığı bir yarışmada, nasıl birinci oluyormuş ki?
Böylesine uydurma bir habere, ben inanmadım elbette! Sanırım kimse inanmamıştır!
Medyamız niçin mi ilgi göstermemiş bu habere? Uyduruk, saçma sapan bir haber olduğunu hemen anladıkları için tabii.
Gerçek olsaydı, gazetecilerimiz o genç kızımızı bulup boy boy fotoğraflarını da koyarak güzel bir röportaj yapmazlar mıydı? Televizyon kanalları, hepimizi gururlandıracak böyle güzel bir haberi görmezden gelirler miydi?
TÜBİTAK’tan şöyle bir açıklama bekleyip durdum:
“İnternette böyle bir haber dolaşıp durmakta… Uydurmadır, gerçekle ilgisi yoktur. İlayda Şamilgil’in bize böyle bir projesi ulaşmamış, dolayısıyla bizim reddetmemiz de olmamıştır.”
Görmediğim gibi, duymadım da böyle bir haber.
Demek ki, bilimsel araştırmalara öyle kaptırmışlar ki kendilerini, böyle haberleri görmeye bile zamanları yok! Ne doğru, ne güzel düşünmüşüm; değil mi?
Süleyman Demirel gibi ben de sorayım şimdi:
“Va mı bunun başka bir izah tarzı?”
* * *
AHMET KÖKLÜGİLLER’DEN SELAM
Eğitimci yazar Ahmet Köklügiller, aynen Muhsin Durucan, Ertuğrul Taylan, Esat Yavuztürk,
Prof. Dr. Süleyman Bozdemir ve Sabri Galip Nakipler gibi ürünlerini kitaplaştırmaya devam ediyor.
Bu kez de “Atatürk’ün Millî Eğitimle İlgili Düşünceleri”ni bir kitapta toplamış. Emeğine acımayıp bugünün Türkçesiyle vermiş; bu devleti kuranın, her şeyden daha önemli gördüğü eğitimle ilgili sözlerini…
Ayrıca Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın “Atatürkçü Düşüncede Eğitimin Yeri”, Mehmet Deligönül’ün “Ulusal Eğitim” ve Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’in “Ulusal Eğitimin Atatürkçü İlkeleri” başlıklı inceleme ve yorumlarını da almış. Rahat okunan, güzel ve yararlı bir kitap olmuş.(*)
Atatürk’ün çok önemli gördüğüm bir sözüne yer vermeden, bu yazıyı bitirmek olmaz:
“Geleceğin savaşı, beyin savaşı olacaktır. Bu savaşın zaferi, eğitim yoluyla kazanılacaktır.”
Başka söze gerek var mı?
Hüseyin Erkan
huseyinerkan.antalya@gmail.com
————————————————————————————————————————————-
(*) Atatürk’ün Millî Eğitimle İlgili Düşünceleri, Ahmet Köklügiller, Baygenç Yayıncılık, Alanya 2021 Yazarla İletişim: (0544) 591 46 49