Bankanın müdürü beni görür görmez tanımıştı. Kolumdaki beyefendiyle bana nezaketle gülümseyip oturmamız için koltukları işaret etmişti. Biraz hoş beşten sonra az önce yaşadığımız mayhoş olayı özetledim. Adımıza üzülmüştü. Hemen yerinden kalkıp kimliklerimizle banka cüzdanımızı istedi. Sonra masasındaki telefona uzanıp üç köpüklü Türk kahvesi söyledi.
“Şimdi geliyorum,” dedikten sonra müdüre hanım odasından kısa süreliğine ayrılmıştı. Biz kahvelerimizi içerken bankanın memuru maaşlarımızı getirmişti bile. Müdüre hanım odasına gelir gelmez ona nasıl teşekkür edeceğimizi bilememiştik.
Adının Bahattin olduğunu öğrendiğim o beyefendi meğer bir zamanlar dışişleri bakanlığında daire başkanlığı yapmış, emekli olmuş. Eşi felç geçirmiş, yatağa bağlıymış. Bir oğlu varmış. O da bir İngiliz kadınla evlenip İngiltere’ye yerleşmiş. O ülkede öğretim görevlisi olarak çalışıyormuş.
Bahattin Bey dolu dolu bir hayat geçirmiş. Ne kadar donanımlı olduğu konuşmasından anlaşılmaktaydı. Felsefi haz aldığım sohbetini unutmam mümkün değil.O gün hayatımın en anlamlı karesiydi.
“Dünya insanını üç uyutma tekniği vardır,” ile başlayan sözlerine dikkat kesilmiştik.
İşte o yıl yapılan sohbetimizden bir kare:
“Ülkemizin gidişatını az önce birlikte gördük. Öncelikle insanlarda sabır, sükunet, anlayış, saygı ve hoşgörü kalmamış. Çok holiganlar. Etki tepkiye açıklar. İnsanlarımızın daha da kötüye gittiğini görüyorum.”
Müdüre hanımı araya girdi:
“Ben de aynı düşüncedeyim. Eskiden insanımız, birbirine ne kadar saygılıymış. Örneğin, eğer bir müşteri esnaftan ikinci ürün istediğinde ‘ben siftah ettim, yandaki komşum henüz siftah etmedi, peyniri de ondan alın,’ dermiş.”
Bahattin Bey;
“Siz bir de benim gözlerimden görmüş olsaydınız. Ben sizden en az 40 yaş daha erken geldim bu dünyaya. Çocukluğumuzda büyüklerimiz hep anlatır dururdu. Osmanlı zamanında bazı esnafın damında ayakkabı görürlermiş. Bu şu demekmiş. Bu esnafa dikkat edin. Ya kötü ürün satıyor, ya da eksik tartıyor. Günümüzde ipin ucu kopmuş vaziyette…”
Hayatın gittikçe insanımız için zorlaştığını gördüğümden beyefendiye soruyorum:
” Peki, hadi söyleyin. Ne olcak bu ülkenin hali?”
Bahattin Bey umutsuzca dudak kıvırıyor:
“Halkın uyanması gerekir. Ama Portekizli diktatör Salazar’ın ‘3F’ yöntemiyle uyutulduğu sürece bu düşüncemiz uzak kalıyor.”
Biz ilgiyle onu dinlerken arada cebinden çıkarttığı mendille göz kenarlarını kuruluyor. Sözlerinin devamını suskuya çekilmiş bekliyoruz:
“Salazar’ bilirsiniz. Halkı kendisine isyan etmesin, diye geliştirmiş olduğu 3 F ile halkını uyutmuş!”
Soruyorum:
“3 F’nin açılımı nedir ?”
“Futbol, Fiesta, Fado.”
Müdüre hanımla durgunlaşmıştık. Öyle ya futbolda insan uyumaz ki. Aksine coşar, şenlenir, vs…
Bahattin Bey gülümsedi. Anlamıştı anlamadığımızı.
“Futbol, Festival ve Kadın” dedi.
“Futbol oynandığı gün hiç dikkat ettiniz mi derbi akşamlarında dünyada neler yaşanıyor? Kupaya ulaşmaya ramak kaldığı günlerde özellikle… Gündem nasılda geriliyor farkında mıyız? Torba yasalar çıkıyor. Ardından petrole, şekere, una a dan z’ye zamlar, vs… Kim itiraz ediyor? Hiç meydanlarda halkın şekere zam yapıldığının ertesi günü eylemini gördük mü? Hayır! Ama aklı ‘Kupayı bizim takım kazandı ya. Başka hiçbir şey benim bu sevincimi gölgeleyemez!’ diyor…”
Müdüre hanımla beyefendiye hayranlıkla dinliyoruz. Bu arada odaya bankanın hizmetlisi kadın başını kapıdan uzatıyor.
” Henüz yeni demledim. Arzu eder misiniz müdürüm?” Diyor.
Ve tavşan kanı çaylarımız servis ediliyor. Bahattin Bey konuşmasına devam ediyor:
“…Festival ise: İnsanın gönlüne hoş edecek, basitçe eğlenecek, içip neşelencek, yiyecekler, müzik, dans, kısacası doğasına hoş gelecek her şey festivallerde vardır. Aynı zamanda o eğlendikleri iki üç gün boyunca insanların beyinleri yine uykuya yatar. Ne vergi, ne zam, ne siyasi gündem, hiçbir şeyi düşünemez olurlar.
Bir gün eğlendirirler iki ay boyunca var gücüyle çalıştırılırlar veya daha fazla festivaller için daha fazla vergi toplarlar vs… Günümüzde ise vaktimizi televizyon ve atariler yani game över dedikleri oyunlar festival niteliğinde…
Sorarım size hiç çocuğunuz atari veya bilgisayar başında oyun oynarken düşünebilir mi?”
Düşündüm ki Bahattin Bey haklıydı. Eve eşim atari almıştı. Sabahlara kadar elimizde kumanda ile uzun bir nehri, karadaki düşmanlardan ateş almadan, gemiyle geçmeye çalışmıştık. Aklıma gelince kendimden utanmıştım. Oyun oynarken ki halimiz gözümün önüne gelmişti… O saatlerde gözümüz açıktı ama beyinsel olarak uykudaydık. Eh çocuklarımız da odalarında ellerinde kumanda ile oyundayken derslerini mi düşüneceklerdi?..
Devam edecek
Emine Pişiren/ Akçay