Bundan birkaç ay evvel bir Azeri arkadaşım “ köhne vahdda binalar kiçik insanlar uca idi. Ama indi binalar uca insanlar kiçik” demişti.
Demek ki,
Bu hastalık kangren gibi Dünya’yı sarmış. Yani dert sadece bizimle alakalı değil.
Malum,
Ramazan ayındayız. Elbette bu mukaddes ayda gereği yapılıyor, daha yıllarca yapılacak. Güzel olanı, takdir edileni olacak. Ehveni, makul olanı olacağı gibi kaş yapayım derken göz çıkarmalarda olacak. Sevaba girelim derken günaha ve en önemlisi toplumun hayata bakışına hançer saplanacak. Her şey haddi ile güzel… Haddi ile kahrı çekilebilir.
Yaşamın içerisinde doğrular olduğu kadar yanlışlar da olacak. Ama yanlışlar ifrata kaçınca, hak-şeriat karışınca… En önemlisi ve acısı densizlikler o konuda hassas olduklarını iddia edenlerin elinden çıkınca insan bunlara kahır ediyor…
Aslında,
Bunun ipuçlarını daha iki binler öncesinde gördük. Zamanında Ünyespor başkanlığına bir pavyon sahibi çıkıp hatırı sayılır oy aldığında “eyvah” demiştim. “Toplum elden gidiyor.”
Sonrası malum,
Pavyon sahibi başkan olamadı ama… Başkanlık babaların karargâhı oldu. Yine sonrası malum… Ünyespor şu anda nerelerde? Spor kulübü mü yoksa başka bir şey mi Allah bilir.
Demem o ki,
Kurumların anlamları tarumar edilip çıkar arenasının dar alanlarına hapsedildiğinde… Belki işgüzarlara bir şeyler kazandırır ama hem o kurumun ve hem de o kurum üzerinden toplumun canına okunur.
Ben insanların, beşerin (bedelini ödemeyi göze aldığı müddetçe)hata ve hınzırlık yapma hakkına sahip olduğunu kabul ederim.
Lakin…
Toplum aklının ve onu temsilen kurumların hata yapma hakları yoktur. Zira yapılan hatanın bedelini başta kurumlar olmak üzere bütün toplum çektiği gibi… Onunla da kalmaz toplumun gelecek nesillerini de heba eder.
Dedik ya,
Toplum aklını yönetenler topluma mal olmuş, toplumu temsil eden kurumlardır.
Dolayısıyla,
Böyle kurumlara baş olmuş kişilerin nerede ve hangi koltukta oturduklarının farkında olmaları gerekir.
Daha henüz baklayı ağzımdan çıkarmadım… Bir ipucu vereyim. Toplumun yapısı sadece kadim binalarla korunmaz. Ev resimlerine bakıp-bakıp salya sümük ağlamak bu toplumu geleneklerine bağlı, münevver ve mükemmel kılmaz. Hele ileriye hiç taşımaz.
Yaşam biçimini ve toplumun kültürünü ideoloji haline getirip “bir şeylerin” peşinden koşturmak da bu toplumu kalkındırmaz. Bu isterse din, dindarlık üzerinden olsun hiç fark etmez.
Önemli olan o kurumun anlamı üzerinden kurumu geliştirip büyütmek, görevlerini layığı ile yapmasını sağlamaktır.
Kurumu toplumda daha fazla tanıtacağım ayağına…
Kurumun “işgüzarlıkları” arasında bulunmayan ve hatta tam tersi olan faaliyetlerde bulunmak değildir.
Bay başkan sizin cenahtan bir örnek vereyim. Siz hiç ezanının arabesk tarzında okunduğunu gördünüz mü? Arabesk makamında okunması gecenin bir vaktinde milleti ayağa dikmeyi başarır… Ama sonunda namaz kılma yüzdesini artırabilir-mi? Bedduayı katmerleştirirsiniz.
Allah’ınız severseniz yetim ve şehit aileleri ile muhtarları ve kankalarınızı aynı kefede ve aynı ortamda hangi zekâ ile oturtmayı nasıl başardınız? Bir sürü beleşçinin buna cevaz vermesini anlarım. Çünkü onlar beşer ve şaşar… Ama kurum başkanı olarak siz bu işi nasıl başardınız?
Yoksa her muhtara, her beleşçiye bir yetim, öksüz ve şehit ailesi mi zimmetlediniz?
İsmet başkan,
Orası nam salma yeri değil. Sana ilerisi için fayda da sağlamaz. Bu bir. İkincisi emeklilikte gençlik hayallerinin egosunu tatmin edeceğin yer hiç değil.
Son olarak,
Büyüklerimizin bir sözü var hatırlatırım… “Orası ne hacı baba tekkesi… Ne de dingonun ahırı.”