Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
UNUTTUK
Yüreği aydınlık, düşünceleri güneşli, kalbinde dostça dostluk, kardeşçe kardeşlik taşıyan dostlarım!
Gün başladı işte bize, hayat ne kadar güzel___________ tüm kötülüklere ve kötülere, sokakta çelik çomak oynarken evinizin camını kırdıktan sonra gelip yüzünüze bakıp gülenlere inat, kalbinizde ki can kırıklarına rağmen ne kadar güzel yaşamak…
Ve yaşarken____
Tükürdüğünü yalamaktan vakit bulamayıp su içmeyenleri görmek!!!…
Ve her gün yeni bir şey öğrenmek!!!…
Öğrenmenin yaşı yoktur dememişler boşuna…
İnsan neler öğreniyor yürüdüğü hayat tünelinin yolculuğunda… ışığı görmek için…
Hayat bir tren yolculuğu gibidir. Duraklar var, bazen indiğin, bazen bindiğin.
Belki bu yüzden geç kalmışlık hissi, sanki asıl binmen gereken treni kaçırmışsın yanlış trende yolculuk yapıyormuş gibi…
Beynimin bana oynadığı bir oyun olabilir mi tüm bunlar?..
Nede olsa, ne yaşıyorsan zihninde de yaşıyorsun.
Bekliyorsun doğru zamanı. Belki yanlış duraktasın boşuna bekledin bunca zaman.
Benim beklediğim gibi!.. mi dersiniz acaba.. Ben boşa değil diye düşünenlerdenim çünkü umudum var mavi küre insanları bir gün geri gelecek…
Gelirken sakın ola siz geç kalmayın dostlar, atlayın son vagona ve devam edin hayata… Mutlu kalın, sevgiyle kalın umutla kalın çünkü gün/aydınlığı; bir umutla başlar her güzel gün.
Gün güzel olunca umut da özel olur. Ve hep umut edin umutlu olun.
Her yeni gün size umut getirsin. Mutluluk getirsin diyorum demesine ama birçok değerlerimiz gibi yavaş yavaş onu da yitirdik ve başardık, nihayet başardık ve sonunda ‘MUTLU OLMAYI UNUTTUK.’
Mutluluğun çağırmakla, beklemekle, ummakla gelmeyeceğini pekâlâ biliyoruz. Mutluluk ne geçmişte ne de gelecekte. Mutluluk yaşadığımız anda. “Mutlu muyum?” sorusunu sorduğumuz anda aslında hayatımızda bizi mutsuz edecek bir şeyler yoksa eksik olan sadece biraz sevinç. Şimdiki zaman içinde yaşamadıkça mutlu olamayız…
Mutluluk, karşımıza çıkmasını beklemekle değil, karşısına çıkmayı bilmekle elde edilir.
Ama görüyorum ki yetinmeme duyusu bizleri esir aldı, şükür etmeyi unuttuk. Hayatlarımıza yeni format attık, verme duyumuzu kapattık, alma duyusuna yol verdik sadece, almayı amaç edindik.
Aldıkça daha da fazlasını istemeye başladık başardık: ‘MUTLU OLMAYI UNUTTUK.’
Küçük şeylerden mutlu olmasını bilmeliyiz. Öyle büyük fazla şeylere ihtiyacımız yok. Hayatın getirilerini bilirsek mutlu olmamız için onlarca sebep görürüz. Hobi olarak yapacağımız işlerin dahi bizi mutlu edebileceğini görebiliriz. Elimizdekilerle yetinmeyi onlarla mutlu olmaya bakarsak eğer çok daha mutlu hissederiz. Bizden kötü birilerinin olduğunu düşünerek halimize şükretmeliyiz…
Dünyada şu an kaç insan acaba sıcak bir yatacak yer bulamıyor ya da yiyecek bir şeyler. Hayatlarımızı o kadar suni ihtiyaçlarla donatıyoruz ki bunların yokluğunda hemen mutsuz oluyor ve mutsuz ediyoruz çevremizdekileri. Oysa traji-komik olan az sonra neler olabileceğini bilmeden bunları yapıyoruz. Belki de “az sonra” olmayacak hayatımızda…
Yüz ifadelerimizden gülmeyi kaldırdık, onu bile materyalist duyulara endeksledik. Sevmeyi duyularımızdan kaldırdık sadece kelime oyunlarında araç olarak kullanmaya başladık.’ SEVGİ AMAÇ DEĞİL ARAÇ OLDU’ yaşantımızda. Başardık, ‘MUTLU OLMAYI UNUTTUK.’ Çünkü mutlu olmak ve mutlu etmek için iki kelimeyi unuttuk. “TEŞEKKÜR EDERİM” demeyi unuttuk…
Bencillik her boyutu ile yerleşti içimize, ne olursa olsun önce ben demeyi öğrendik. Şefkati unuttuk, acımayı unuttuk, önce ben diye diye kendi kimliğimizi bile bulamaz, kim olduğumuzu hatırlayamaz konuma geldik.
Şükretmeyi bilmiyoruz. Elimizde olanların kıymetini bilmiyoruz ya da kaybedince anlıyoruz. Bitmek tükenmek bilmeyen istekler. Para makam hırsı ile dolduk.
En önemli şeyleri unuttuk..
En önemli şeyler için şükretmeyi unuttuk.
Ama biz ne yapıyoruz hep olumsuzlukları görüyoruz, en ufak bir şeyi kafamıza takıp üzüyoruz kendimizi…
Hepimiz gündelik hayatın telaşesine öyle düştük ki, mutlu olmayı, kendimize ve sevdiklerimize vakit ayırmayı çok ihmal ettik. En çok da kendimizi… Bu yüzden de mutsuzluk sardı dört bir yanımızı.
Değmez… Ne kendimizi üzmeye ne başkalarını üzmeye.
Uçurumun tehlikesini ucuna geldiğinizde anlarsınız eğer düşerseniz geç olur ama fark ederseniz tehlikesini işte o anda değişir her şey…
Hayat aldığınız nefesten daha kısa…
Yok kavramını yitirdik, yoklukla yaşayanları görmemezlikten gelmeye başladık. Şükür etmeyi unuttuk, ekmeğe katığı, ayakkabıya pençeyi unuttuk, nihayet başardık ‘MUTLU OLMAYI UNUTTUK.’
Neden mi?
Çünkü emeğe TEŞEKKÜRÜ unuttuk…
Bize yapılanlar için teşekkürü unuttuk… Teşekkürü, özürü gurur saydık, sadece lügatlerimiz de yazılı bıraktık. Vermeden almayı avucumuza aldık, verilenleri küçümsemeye, yok saymaya başladık.
Dostluğu, arkadaşlığı markaya endeksledik. Konuşmayı unuttuk, selam şeklimizi bile formatladık okey, bye gibi birçok lafları özenti rafına yerleştirdik. Teşekkür ederim yazmak yerine, kendince anlamlı bence anlamı olmayan ifadeler yapıştırdık sayfalara…
‘BİZ KENDİMİZİ UNUTTUK, GEÇMİŞİMİZİ UNUTTUK, HER ŞEYİMİZİ UNUTTUK, TEŞEKKÜRÜ UNUTTUK VE BAŞARDIK. BAŞARDIK MUTLU OLMAYI UNUTMAYI BAŞARDIK…’
Kim ki; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ ve Bizi daha çoğul BİZ olmaya bekliyorum…
Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Yeni gününüz sağlık, bereket ve huzurlar getirsin sizlere…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyi unutmadan hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#