Dağların sırtını izleyen patikadan yayla yolculuğunda sevinçliydik, adeta kuş gibi uçuyorduk. Yayla için alınan eşyalarımız, neşe ve mutluluğumuza yenilerini ekliyordu.
Çocuktuk ve çocukça sevinç naraları atarak tepkimizi gösteriyorduk. Gözlerimizin içi gülüyordu, şendik ve şenlikli olarak yaylaya göç zamanı gelmişti. Yorgunluk semtimize uğramıyordu.
Camadanımızın bağını babam düzenledi. Nelerin gerektiğini kardeşimle tartıştık. Bir gün önceden de saçlarımızı sıfır numaraya kestirdik.
Hayallerimizin yöresi yaylaya un helvası eşliğinde ulaşmak olmazsa olmazlardandı. Un helvası için unu bir gün öncesinden babam kavurmuştu. Her yıl olduğu gibi bu yıl da kuzine ateşinde unu saatlerce kavurmuştu. Babam unu sabırla kavurmasının karşılığını alıyordu. Çünkü un tereyağının eşliğinde belli bir renk değişimine gelene kadar kavruluyordu.
Yalnız helva için son sözü annem söylüyordu. Çünkü kavrulmuş una şerbetini göz kararıyla annem verirdi. Helva çok güzel olmuş eline sağlık denildiğinde babam; Güler ve “Ona sevgimi de kattım.” Derdi. Gerçekten unu bir kaşıkla saatlerce döndürmesi ve aynı düzende kavurması el mahareti istemese de sabır gerektiriyordu. Babamın sabrını olayı gerçekleştirdiğinde ateş karşısında kızardığını açıkça görüyorduk. Şahsiyete, emeğe ve yapılan iyiliğe saygı duyulmalıdır. O haliyle neşesinden hiçbir şey kaybetmezdi.
Dağ yolunda göçümüz patikanın engellerini hesaba katmadan ilerliyordu. Bu arada kardeşim ilk mızıkçılığını annemden helva istemekle çıkardı. Annem, “Yavrum köyü çıkalım, kara olukta mola vereceğiz.” Diyerek tersledi. İnsanlarla yaşıyorsan susmasını bileceksin. Annem göç olayından çok memnundu. Her zaman ki gibi yüzü sevimliliğini sürdürüyordu. Kardeşimin anlattığı fıkrayı tekrarlıyor ve gülüyordu. Babam kendini rahat hissediyor, umudunu yitirmiyordu.
Kardeşimin bu davranışı neşe ve sevincimizin ilk kırılma noktasıydı.
Kardeşimin adımları yavaşladı. Camadanı ağırlaştı. Yüzü asıldı, gözlerinin pırıltısı soldu. Babam bana baktı ve güldü. “Önümüzdeki düzlükte kara olukta mola veririz.” Dedi.
Bizim için mola vermek helva yemekle eşdeğerdi. Babamın helva sözünü duyan kardeşimde canlanma kendini belli etti. Neşeyle yürüdü ve camadanı hafifledi. Bana seslendi ve yanına çağırdı. Geçen yıl peşimizden gelen göçün danasının yamaçtan aşağı yuvarlanıp kaybolduğu yer burasıdır, dedi.
Molada annem önce inekleri yedirdi ve kahvaltı sofrasını kurdu. Önümüzde köfte yumurta ve helva vardı. İçecek olarak da sütümüz hazırdı. Helvayı öve öve bitiremedik.
Kardeşimden bir fıkra daha istedik. Kardeşim; Köye yeni gelen öğretmen çeşitli konularda atıp tutuyormuş. Gidilecek bir yer için ona tahsis edilen ata eyerini ters yerleştirmiş. Öğrenci; Öğretmenim eyeri ters yerleştirdiniz.” Demiş. Öğretmen; Hangi tarafa gideceğimi nereden biliyorsunuz.” Demiş.
Kardeşimin morali yerine gelmişti, bundan sonra da fıkralarla bizi güldürecekti. Yola çıktığımızda rahatlamış, dinlenmiş ve ağzımız tatlanmıştı. İneklerimiz de yanımızdan ayrılmıyordu. Dağ köyünün ortasında geçtik. Köydeki tanıdıklara geç kalmayalım diye uğramadık.
Patikanın gün görmemiş taşlarına takılmadan yola revan olduk. Kardeşim kenarlardan koparttığı çayırı ineklere veriyordu. Hava bulutlanmış, serin bir rüzgâr esmeye başlamıştı. Babam arkadan geliyordu. Molada biraz uyuduğu için, kendime geldim demişti.
Annem; “Beyzade suyunda mola veririz ve inekleri sağarım. Sütü babam kahvede kaynatır ve içeriz.” Dedi.
Hepimizde yorgunluk belirtisi başladı. Yüzümüz soldu, gözümüzdeki neşe pırıltısı söndü. Konuşma faslımız azaldı ve yükümüz ağırlaştı. Yalnız yolun yarısı geride kalmıştı. Bundan sonrası daha yokuşlu ve inişliydi. Rakım yükseldikçe hava hafifliyordu. Bulutlar yaklaşıyor ve karışık bir yapıya geçiyordu. Ormana sis geliyor, sis belirli yerlerde yükselip kayboluyordu.
Kardeşimden isteğimiz olan bir fıkrayı daha anlattı. “Müdür öğretmen adayına sorar. Dünya düz mü, yoksa yuvarlak mıdır? Öğretmen adayı biraz düşündükten sonra, cevap verir. Her ikisini de öğretebilirim, der.
Mola yerinde uzun kalacaktık. Annemin sağım işlemi, babamın sütü kaynatması uzun sürebilirdi. Süt içerken, köfte, yumurta ve helvamızı yedik. İnekler de çayırını yedi ve yanımıza sokuldular. Annemin yanından inatla ayrılmadılar.
Babam kahveye, annem kapları yıkamaya ve biz de çevreye bakarken, inekler helvayı bir güzel halletsinler. Hepimiz sustuk ve öylece kaldık. Kardeşim, ineklerin yanına gitti. “Helvayı bize bıraksaydınız ya şimdi çayırı mı yiyeceğiz.” Dedi
İneklerin keyfine diyecek yoktu. Tatlılarını da yediler ve geviş getirebilirlerdi.
Babam, “Söz, yaylada daha güzelini yapacağım.” Dedi.
Hasan TANRIVERDİ