Yazar Portali’nde bana ayrılan köşenin adını “Umut Olmasa” olarak belirledim. Bu başlık; kişiliğimi, hayata sevgi dolu ve iyimser bakışımı yansıtsın istedim. İşte bu nedenle buradaki ilk yazımın konusu “umut”, başlığı da “umut olmasa” oldu.
Toplumların ekonomik, kültürel ve ahlaki yönden geriledikleri dönemlerde her alanda büyük çöküşler de yaşanır. İkinci Dünya Savaşı (1939-1945)’nda ve sonraki yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Avrupa’da da, İtalya’da da bu çöküş ciddi boyutlara ulaşmıştır. Açlığın, işsizliğin, çaresizliğin egemen olduğu bu dönemlerde insanların arayışları, umutları bazen çok farklı alanlara örneğin geleceği gördüğünü söyleyen insanların kerametine, büyüye, şans talih oyunlarına yönelebilmektedir. İtalyan Sineması’nda “yeni gerçekçilik akımı”nın öncü yönetmenlerinden Vittorio De Sica (1902-1974)’nın 1948 yapımı “Bisiklet Hırsızları” filminde; işte böyle bir toplumsal, ekonomik çöküş döneminde, İtalya’dan bir kesit sunulmakta, bir iş, aş, umut öyküsü anlatılmaktadır.
Eleştirmenler tarafından sinema tarihinin hep en iyi on filmi arasında gösterilen “Bisiklet Hırsızları” filminin konusu şöyle özetlenebilir: Uzun süredir iş arayan Antonio Ricci, nihayet kentin belediyesinde duvarlara afiş yapıştırma işi bulur. Bu iş için bisikletinin olması gerekmektedir. Bisikleti vardır ancak bir başka nedenle rehin tutulmaktadır. Karısı Maria, “Çarşafsız da uyuyabiliriz!” diyerek çarşaf takımlarını satınca bisikletini geri alır ve işe başlar. Maria, Antonio’nun iş bulmasını, geleceği okuyan Santoria (Santora)’nın kerameti olarak yorumlamaktadır: “Bir iş bulacağını söylemişti bana, buldun işte, ona borcum var, borcumu ödemek istiyorum, ona minnettarım.” Antonio ise şaşkınlığını ve bu tür kehanetlere itibar etmediğini şu sözlerle ifade eder: “Bana iş bulan o mu? Senin gibi iki çocuk sahibi ve akıllı bir kadın, nasıl olur da bu saçmalıklara, bu aptallıklara, bu kandırmacaya inanır, anlamıyorum! Saçacak kadar paran var demek ki! Bunları aklına kim soktu, bilmiyorum!”
Antonio’nun bisikleti, işe çıktığı daha ilk günde hem de gözünün önünde çalınır. Oğlu Bruno ile kentin sokaklarında bisikleti arama serüveni başlar. Bisikleti arama, bulma çabası tam bir koşturmacaya ve giderek çaresizliğe dönüşür. Oğlu Bruno’ya “Annenin değerleri bile bize yardım edemez, bisikleti azizlerle de bulamayız.” diyen Antonio; bu karmaşık duygular ve umutsuzluk anında, kısa süre önce hiç de itibar etmediği yola başvurur: Geleceği okuduğu, gördüğü, bildiği sanılan kentin kehanetçisi, falcısı Santora’ya gider. Santora’nın evi derğâh gibidir: Hastalar, işsizler, çaresizler hep oradadır, umudu onda aramaktadır. (Santora, bir zamanlar Ankara’nın Mamak bölgesinde dertlilere, hastalara, çaresizlere umut olan, buna karşılık okunmuş, üflenmiş kurtlu elmaları garibanlara binlerce liraya okutan Zöhre Ana gibidir. Zöhre Ana, kocası ölen kadına; “O korku yüzünden mi sara hastası oldun? Ölülerin ruhu çeker, bu yüzden sara hastalığı kapmışsın. Bir yere de besmelesiz basmışsın.” ve benzeri sözlerle, dualarla şifa dağıtan güya ermiş kişidir!) Çaresizlik içinde kendisine başvuranlara büyük bir ciddiyetle, “Işığımı herkese yayıyorum, Yüce Tanrım, bana ışığını gönder!” diyerek umut dağıtan Santora, bisikleti çalınan Antonio’ya, sadece “Ya hemen bulacaksın ya da hiç bulamayacaksın!” der. Antonio, elini cebine atar, Santoro’nun bahşişini (ücretini) verir. Daha sonra, bisikletini çalan kişi sandığı gencin peşine düşen Antonio, bir yoksul mahallesine gelir, o gencin evini bulur. Sefalet içindeki tek odalı evde, iki çocuğuyla yaşayan anne, kendisini sorgulayan polise, çaresizliğini; “Sara hastası zavallı oğluma iş bulun!” sözleriyle ifade eder.
Çalınan bisikletinden umudunu kesen Antonio, oğlu Bruno’yu eve gönderir ve işini kaybetmemek için bir başkasının bisikletini çalar. Fakat yakalanır ve tartaklanır. Otobüse (troleybüse) binemediği için eve gidemeyen oğlu ise bu durumu acı ve gözyaşları içinde izlemektedir. Bisikletin sahibi, Antonio’nun bu acınacak durumuna ve oğlu Bruno’ya bakar ve “Bırakın gitsin, zaten yeterince derdi var!” diyerek şikayetçi olmaz. Bisiklet Hırsızları filminde, bu görüntülerle ve böyle bir sonuçla sanki şu mesaj verilmektedir: “O çalan da bisikleti, işte böyle bir çaresizlikten çaldı.” Yönetmen Vittorio De Sica, bu mesajıyla; insanların fiziksel özelliklerine bakarak karakter tahliline girişen, bu nedenle suçun kalıtsal olduğu ve bazı insanların suça eğilimli olarak doğduğu tezini savunan (“doğuştan suçlu” kavramını ortaya atan) İtalyan psikiyatr ve hukukçusu Cesare LOMBROSA (1835-1909)’ya sanki bir göndermede bulunmaktadır.