“Ben demiyorum ki, insan hiç karanlığa, umutsuzluğa düşmez. Düşmez olur mu? Ama insanlığın mayası aydınlık ve umuttur. İnsanlığın mayasında güzel, aydınlık, pırıl pırıl, umut, gelecek türküleri söyleyen düş dünyaları kurmak var.”
Yaşar Kemal
“Umut, uyanık insanların rüyasıdır.”
Aristoteles
“Hayatta umutsuz durumlar yoktur,
Umutsuzluk besleyen insanlar vardır.”
Booth
***
Sakinlik ülkesine ulaşmak için, fırtınalar ülkesinden geçmelisin. Ümidini hiç kaybetme! Sabaha çıkacağımızı bilmediğimiz halde saati kurup uyanmaktır umut…
Gonca, bu tümcelerden güç alarak çileli yaşamını sürdürür. Sancıları yoklamaya başlar. Sürekli Tanrı’ya yalvarır: “Tanrım, beni mahcup etme, beni ve çocuklarımı koru!” Sözcüklerine sığınarak umudunu hiç bir zaman yitirmez. Sürekli şu sözü tekrarlar, durur: “Umut dünyadan büyüktür.”
Dişlerini sıkar, nefesini tutar! Bu durum dokuz saat sürer ve yolculuk tamamlanır. Otobüsten inerler. Diyarbakır Otogarı’na varılır. Gonca, orada çalışan bir adama sorar: “Biz buranın yabancısıyız. Bismil’e gideceğiz. Oraya araç acaba saat kaçta gider?”
“Bu saatte buradan oraya araç olmaz. Sabah saat sekizde gitmeye başlar ablam!” Cevabını alır. Gonca, Yağmur, Gül ve kayınvalide ortada kalırlar!
Aylardan Kasım… Elleri ve ayakları soğuktan buz gibi olur. “İçimiz titriyor.” Diyen Gonca’nın artık dudakları bile morarmaya başlar. Hem korkudan, hem de çaresizlikten… Oracıkta otururlar ve kara kara düşünürler! Bir otelde kalsalar para gerekir. Çaresizliğe bürünürler.
Yanlarına bir delikanlı çıkagelir: “İyi günler ablam! Kimi beklersiniz burada?” Der. Gonca, titrek ağlamaklı bir sesle: “Biz buranın ilçesi Bismil’e gideceğiz. Ama araç yok, gidemedik.” Derken sözcükler boğazına dizilir ve konuşamaz olur.
O kişi: “Ablam ben de Bismil’e gideceğim.” Der ve ekler: “Buradan oraya tren var. Saat: 11.00’ de… Ben sizi götüreyim.” Sonrasında bir taksi çağırır. Binerler ve hep birlikte istasyona giderler. Taksi ücretini de o adam öder. Hemen giderek gişeden tren biletlerini de alır gelir. Uzatarak: “Bunlar tren biletleriniz, buyurun!” Demesi sonrasında tekrar gider, geri gelir. Aldığı simit, peynir, kimi yiyecek ve içecekleri ikram eder. Ardından: “Ben sizi bekliyorum. Trene biner, gideriz.” Söyleminde bulunur. Saat:10.50’de tren gelir. Hep birlikte binilir ve bir saat yolculuk yapılır.
Trenden inerler. Gonca, Yağmur, Gül ve sevgili kayınvalide ilçeye varırlar. Yardım eden adam, adresi sorar ama Gonca yine suskun, cevap veremez. Çünkü ellerinde adres yok. Saat: 24.00…Çocukların ellerini tutan Gonca artık hiç bir şey hissetmez durumda olur. Evlerin ışıkları sönüktür. Gecenin karanlığında bu küçük ilçede bir ışık aranır. Sonunda ışığı yanan ev bulunur… Rastlantı bu ya, o evde Veli Bey’in amiri oturuyor. Adam, lojman olan evin zilini çekinerek çalar. Bir bayan, pencereden ses verir: “Kimsiniz, kime geldiniz?”
Önderlik eden adam: “Yenge, misafiriniz var.” Yavaşça seslenir. Bayan: “Biz misafir beklemiyoruz.” Der ve pencereyi kapatır. Gonca: “Umut dünyadan büyük!’’ Düşüncesiyle sabırla bekler. Beş dakika sonra pencere tekrar açılır: “Ay kusura bakmayın, bir dakika bekleyin!” Dedikten sonra koşar adımlarla aşağıya inerek kapıyı açar: “Buyurun, hoş geldiniz!” Karşılamasını yapar. Gonca’yı ve yanındakileri içeriye alır. Rehber olan adam, gözden kaybolup gider. Adını ve kimliğini bilmedikleri yardımsevere teşekkür bile edemezler. Harcadığı parayı da veremezler. Araştırırlar lakin adamı bulamazlar. Bu durum, Gonca için ayrıca üzüntü kaynağı olur!
Bayanla yukarı çıkarlar, uyuyan eşi Şükrü Bey de uyanır: “Hoş geldiniz, kimsiniz, gecenin bu saatinde kimi arıyorsunuz?” Sözcüklerini yöneltir. Gonca utancında konuşamaz durumda olup zar zor fısıldar: “Veli Bey’in eşiyim. Bunlar çocuklarımız ve annesi…” Demesi sonrası başı yere eğilir, çok utanır! Çünkü karnı burnunda ve çocuk doğdu doğacak durumda!
Eşinin adı sorulunca Gonca yanıt verir: “Eşimin adı Veli… Bir ay önce buraya tayini çıktı. Geldi, işine başladı, ev tuttu, eşyaları da aldı geldi. Biz şimdi geldik.” der.
Şükrü Bey, onlarla birlikte arama amaçlı sokak sokak gezerken: “Veli Bey! Veli Bey!” Nidasıyla seslendiği de duyulur. O sırada bir ses duyar, bir adam: “ Hayırdır Müdür Bey, kimi arıyorsunuz?” Diye sorar. Şükrü Bey: “Veli Bey’in evini arıyorum Kemal Bey!” Der. Aynı işyerinde çalışan Kemal Bey: “Ben biliyorum, dedikten sonra onları alarak giderler ve bir evin kapsını çalar.
Gecenin saat 01.00’inde Veli uyanır, kapıyı açar ve şaşırır: “Hayırdır Müdür Bey, Kemal Bey, ne oldu, ne var?” Demesiyle Şükrü Bey konuşur: “Benim eve bir teyze, bir hamile kadın, ikide kız çocuğu geldi. Seni arıyorlar.” Sözlerine Veli’nin yanıtı şöyle olur: “Bu da nerden çıktı? Onlar buraya nasıl gelsinler. Adres falan da yok. Ben gidip onları alacağım…” Şükrü Bey afallar ve konuşmaya başlar: “Veli gel bak, senin çocuklarsa alır evine gelirsin. Değilse benim misafirim olurlar.”
Veli ile birlikte gelerek yukarı çıkarlar. Odaya girerler: “Bunlar senin ailen mi?” sorusu karşısında, şaşkınlık içinde kalan Veli’nin gözleri fal taşı gibi açılır! Sonra: “Sen nasıl geldin buraya?” Diyerek pişkin pişkin sorar. Gonca, yorgun ve bitmiş bir sesle: “Geldik işte.” Diyerek sözlerini sürdürür: “Gelemez miyim sandın?” Sonra Gonca hemen kalkar ve ev sahiplerine: “Bize izin veriniz, biz gidelim, her şey için çok teşekkür ederim.” Şükrü Bey ve eşi der ki: “Olmaz, çok zor durumdasınız. Ayakta duramıyorsunuz. Bu gece burada kalınız.” Gonca, eşine karşı öfkelidir! Bir fırsatını bulup: “Yürü, eve gidiyoruz, seninle evde konuşuruz!” Dedikten sonra oradan ayrılırlar. Devamını da ilgiyle okuyacaksınız… Saygılar,