Sevgili okurlarım, bu yazımda sizlere Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 9.05’e, aramızdan ayrılışının 81. ölüm yıldönümü hakkında düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Bu günün Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk 81. Ölüm yıl dönümü nedeniyle, okullarımızda yurdumuzun her biriminde ve dış temsilciliklerimizde anılmaktadır.
Bir gerçek vardır ki o da artık yas tutmak değil, Atatürk’ün yaptıklarını öğrenmek, anlamak ve uygulamaktır. Hele hele ülkemizin ve dünyanın içinde bulunduğu bu acımasız ortamda, O’nun düşünce ve fikirlerine daha çok ihtiyaç duymaktayız. Atatürk’ün öngördüğü ve işaret ettiği ilkeler geçerliliğini yitirmemişti. Günümüzde de bu ilkelere ihtiyaç duyulduğu görülmektedir.
Çünkü:“Atatürk gibi dehalar ancak görünüşte ölürler. Öyle insanlar bir kuşak için doğmadıkları gibi, belli bir dönem içinde doğmazlar.”
O nedenle; ATATÜRK’ÜN AÇTIĞI YOLDA yürümenin önemini bilmeli ve ona göre hareket etmeliyiz.
Bu güzel ülkemizin insanları yıllardır istismar edilerek öyle bir noktaya getirildi ki, halkımız, Ata’sına hem saygı sunmak, hem de yanlış gidişatı şikâyet etmek maksadıyla, Anıtkabir’e koşmaktadırlar. Bu duruma neden olanlar, oturup düşünmeliler.
Bakın Ünlü Ozan ve şairimiz Cahit Külebi, onun için nasıl seslenmektedir:
Davullar zurnalar döğende
Biz seni hatırlarız.
Binip trene gezende
Biz seni hatırlarız
Önce adını öğrenir çocuklarımız
Eli kalem tutup yazanda
Binler yaşa, yurdumuza hizmeti büyük Kemal Paşa
Ölümsüz insan, Şanlı Atatürk.
Değerli ozanımız ve şairimiz Cahit Külebi, Fikir ve düşünceleriyle, ölümsüzlüğe ulaşan Ulu Önderimiz Atatürk’ü, dünya durdukça kalbimizde yaşatmaya devam edeceğini yazmış olduğu bu şiiriyle, çok anlamlı bir biçimde ifade etmektedir.
Bende, Atatürk’ün 100. doğum günü kutlamaları nedeniyle, düzenlenmiş bulunan şiir yarışmasına katıldım. O gün yarışma kitabım da yer alan “ATATÜRK” şiiri mi sizlere paylaşmaktan onur duymaktayım.
ATAM
Düşmanlar vatanı bölmek istedi
Samsun’dan onlara dur dedin Atam
Varıp haritadan silmek istedi
Milletim arkamda var dedin Atam
İstanbul matemli yaslı dururken
Düşman dört bir yandan gelip vururken
Sultan sarayında keyif kururken
Millete hesabı sor dedin Atam
Düşman bir değildi çok idi bize
Çanakkalemizde geldiler dize
Yetmedi İzmir’de geldin göz göze
Bir daha gelmesin yor dedin Atam
Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara
Otuz Ağustos’ta bütün dünyaya
Bir daha savaş yok durun yan yana
Çektin kılıcını dur dedin Atam
Mürsel söyler bizi çıkardın düze
Gelmesin yurdumun başına kaza
Yöneten siz olun söyledin bize
Kol kola birlikte sar dedin Atam.
Atatürk’ün yolu dediğimizde şunu bilmeliyiz ki, Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşının öncüsü olarak, Türk yurdunu düşmanlardan kurtarmış ve Milletini bağımsızlığa kavuşturmuştur. Bu büyük kahramanı, ender yetişen devlet ve halk adamı, Atatürk’ü tanımanın ve öğrenmenin yolu O’nun devrimlerine ve ilkelerine sahip çıkmakla gerçekleşir.
Bakın, Atatürk Ülkemizin ve bizlerin geleceğini düşünürken, şunları söylemektedir.
“Benim için bir yandan olmak vardır ve ben hep bir yandayım, o da cumhuriyetin yanında, cumhuriyetten yana olmak, toplumsal devrimden yana olmak.” diyor. Akabinde de şunları söylüyor: “ Bu kadar kara kaygılara katlanıp yıkımlara uğradıktan sonra, Türk Milleti kuşkusuz öğrenmiştir ki, yurdu yeniden yapmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için egemenliği hiç elden bırakmamak ve cumhuriyet bayrağı altında bütün çocuklarını toplu ve dikkatli bulundurmak gerekir. Yeni Türkiye devleti bir halk devletidir ve halkın devletidir. Bütün örgütler baştanbaşa halkın örgütleri olacaktır. Genel yönetimi halkın kendisine vereceğiz. Bu toplulukta hak sahibi olmak ve herkesin bu işi görmesi temeline dayanacaktır.” Diyor.
Görüldüğü gibi, ulusu ulus yapan ana dokunun millet olduğunu söylemiştir. Milleti kendi çıkarları için kullanmak isteyenlere karşı, bakın ne gibi bir düşünce sergilemektedir.“Bu ülkede yobazların bir tehlike yaratacağı hayaldir. Bu türlü insanlar din ve inanç ile asla ilgileri yoktur. Dinsel bağnazlık onlar için bir üstünlük ve çıkar aracıdır. Bu yolla, bir yandan halkı, öte yandan hükümeti aldatarak kendi hesaplarına üstünlük yaratmaya çalışırlar. Hükümete sokulup halk bizi dinliyor ve bizim dediğimizi yapıyor, bizim sözümüz geçiyor diyerek şantaj yaparlar. Sonrasında halka dönerek, hükümet bizim avucumuzun içindedir, sakın bizim sözümüzden çıkmaya kalkışmayınız diye korkuturlar. Demek ki halk arasında hiçbir üstünlük ve güç sahibi olmadıkları halde simsarlığını yaparlar. Devletten yüz bulamadıkları dakikada kendilerinin yağı tükenir. Neden ki, ulusumuz hiçbir biçimiyle bağnazlıktan, kara inançtan hoşlanmaz.”
Bu düşüncenin ışığında, ülkemizin yönetiminde bulunan hâkim unsurların yaptıklarına baktığımızda, çok büyük çelişkilerin ortaya çıktığını görmekteyiz.
Atatürk’ün öngördüğü cumhuriyetin, ekonomik ve sosyal gelişmelerin ışığında, laikliğin vazgeçilmez bir temel ilke olduğunu görmemiz gerekir. Halkımıza kapatılan halk yolunun açılması, ekonomik ve sosyal gelişmenin, insanlarımız için vazgeçilmez bir hadise olduğunu bu açılımla bilmeliyiz diye de, düşünmekteyim.
Her zaman ülkemizin kalkınmasına, ekonomik ve sosyal gelişimine engel teşkil eden gerici düşünceler, belli bir sınıfa dayandırılarak, kalkınmamızda geri kalmamıza sebep olmuşlardır. Bunun aşılmasında, Atatürk’ün ilke ve devrimlerini hiç bir zaman aksatmadan uygulamak gerekir. Bu uygulamalarda saf sakladığımız zamanlarda, şunları gördük: “Siz yapamadınız, biz yaparız.” Bunun adı da, cumhuriyeti koruma ve kollama olmuştur. Bu ilke, Anayasa’mızın hâkim hükmüdür. Bu hüküm var oldukça, temel görevlerini yapması gerekenler, Görevlerinin dışına çıkarak, gidişatın düzensizliğini bahane ederek, Atatürkçülük adına, Atatürk’ün ilkelerini savuma görüntüsüyle, O’nun kurduğu cumhuriyetin gelişmesini, demokrasisinin kökleşmesini engellemişlerdir.
Nitekim bu gelişmeleri, zaman içinde yaşamış olduk. Halbuki: Atatürk, şöyle diyor, “yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tam anlamıyla çağdaş ve tam anlamlı olgun bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin temel amacı budur. Bu gerçeği kabul etmeyen anlayışları dağıtıp yok etmek zorundayız.”
Görüldüğü gibi, Atatürk sözleri ve eylemleriyle halk adamlığını siyasi hayatı boyunca uygulamış ve halkının birinci derecede geleceğine sahip çıkmasını istemiştir. Halkının, kendinden sonra bir hayal kırıklığı yaşamamak içinde şöyle demiştir: “ Benim ölümlü can varlığım bir gün elbet toprak olacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti sonsuzluğa değin yaşayıp gidecektir.”
Gerçek bir halk önderin den başka ne söz beklenirdi ki. Bütün bunları dikkate alarak, Türk gençliğine Cumhuriyeti korumak ve kollamak açısından yazmış olduğu nutkunda şöyle demektedir: “Ey Türk Gençliği! Birinci görevin Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek korumak ve savunmaktır.”
İşte bu ses Türkiye’nin sesi, Türk Gençliğinin sesi ve Atatürk’ün sesidir. Bu bakımdan bizlere düşen görev, bizden sonraki kuşaklara Atatürk devrimciliğinin dokularını bozmadan teslim etmektir. Atatürk’ü anmanın en güzel etkinliği devrimlerine ve ilkelerine sahip çıkmaktır. Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetini korumak ve demokrasinin gelişmesini ve insanların evrensel değerlerini savunmakla olabileceğini bilmeliyiz. Göğsümüzü gererek, Yaktığın meşalen asla sönmeyecek ve söndürmeye de hiç kimsenin gücü yetmez. Bu birlik ve beraberliğimizi muhafaza ettiğimiz sürece, emperyalizmin egemen kuşatmasından, kendimizi korumuş oluruz.
Buradan Atatürkçüyüm diyenlere de sesleniyorum. Mademki hepimiz Atatürkçüyüz, neden Atatürk’ün ulusal değerlerini göz ardı ederek, bir takım olumsuzlukların içinde oluyoruz. O zaman bir sorun ortaya çıkmaktadır. Ya biz Atatürk’ü bilmiyoruz veya Atatürkçülük numarası yaparak bu milleti oyalıyoruz. Bunu yapmaya hiçbir kimsenin yetkisi ve hakkı yoktur ve de hiçbir zamanda olmamalıdır.
bizlerin,her on kasımda Atatürk’ü anmamız yeterli değildir. Bizler Atatürk’ün bitmez tükenmez fikir ne düşünceleriyle bir bütün olmamız gerekir. Aksi halde, gelişen yenidünya düzeninde, birileri çıkıp kendine göre Türkiye’yi şekillendirme hakkını kendinde görmeye başlar. Ama böyle düşünenler bilmeli ki, Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün kurduğu temeller üzerine oturmuştur. Hiç kimsenin gücü bu temeli yıkmaya yetmez. Sözlerime son vermeden, bu vatanı bizlere armağan eden, başta Ulu Önder Atatürk olmak üzere, Silah arkadaşlarına, bu uğurda gözünü kırpmadan canını seve seve veren şehitlerimize, kanını döken gazilerimize, Cepheye, cephane taşıyan analarımıza şükran borçluyuz. Onları bir kez daha anarak, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor ve saygılarımı sunuyorum.
Mürsel Adıgüzel
Eğitimci Yazar Şair ve Editör