Dede, üç ziraat kirazıyla tanınıyordu. Üç kirazlı dede lakabı, ağaçlara atfen verilmişti. Gerçi yaşı ilerlemesine rağmen, ihtiyarlığı kabul etmiyordu. Çünkü, hâlâ işinin peşine koşabiliyordu.
İnek beslemiş, süt ve tere yağı satmış ve iki çocuğunu da okutmuştu. Sebze ve meyvelerini de pazarda satıyordu.
Kendini doğaya atamış, ağaçların bakımını yapar, bahçeyi düzenler ve kimsenin zarar vermesini istemezdi.
Dede orta boylu, başında kalpağı ve boynunda atkısıyla delikanlı görünümündeydi. Yüzü yanık gibi kırmızıydı. Gözleri ortada parlıyordu. Yüzünün derisi asıktı. Hayatın izleri derindi. Kemikli yapısı, toprakla haşır neşir olduğunu gösteriyordu.
Kendine göre işini bitirdiğinde yakın tarih kitaplarını okurdu. Osmanlının yıkılışını, Çanakkale’yi ve İstiklal savaşını birkaç kaynaktan karşılaştırmalı olarak araştırırdı. Kitap sevgisi babasının anlattıklarından geliyordu.
Babasının kurtuluş savaşına katılması, cepheden cepheye koşması, sonuçta köyüne gazi olarak dönüp anlattıkları, Dede’yi araştırmaya itmişti. Babasından düşmanın yaptığı zalimliği dinlemişti.
“Allah bu topraklara düşman ayağı değdirmesin,” diyordu.
Üç kirazlı dede, kiraz fidanlarını babasının dikmesinden dolayı onlara özel ilgisi vardı. Hiçbir şekilde meyvesini satmıyordu. Herkesin kirazlardan yemesini sağlıyordu. Dikkatli çıkın, kırmayın, kesmeyin ve öylece toplayın, diyordu.
Dede evini yapmak istiyordu. Çocuklarının da yardımıyla, iki katlı büyük bir eve karar aldı. Çocukları da geldi ve eve başlandı.
İki oğlu da rahatlıkla kalabiliyordu. Evin öte tarafına inekler için dam da yaptırmıştı. Böylece dede ev konusunda huzura kavuşmuş oldu. Evine hayırlı olsun diyenler, kiraz mevsimini de es geçmiyorlardı.
Kiraz ağaçları çok büyük değildi fakat çocuk çıkar ve düşebilirdi. Onun için kiraz mevsiminde sıkıntı çekiyordu. Sebze ve kiraz dışında meyvelerini pazara götürüyordu. İneğin sütünü gelip alan oluyordu. Yağ olayı ise daha karlıydı.
Çocuklarını da ev sahibi yapmış ve onlarla yaşamın tadını çıkarıyordu.
Hasan TANRIVERDİ