Dünyada mal, mülk ve servet namına her ne varsa Allah’ındır. Bizim olanlar, sadece tasadduk ettiklerimizdir. Üstelik kişi biriktirdiği mal ve paranın zekâtını hakkıyla vermezse bu davranış onun ahiretini de berbat eder. Ona kazandıkları hiçbir yerde fayda sağlamaz. O birikimler hesap gününde ateşten bir urgana dönüşerek o kişinin boğazına dolanır.
Hayat paylaşmakla anlamını bulur. Paylaşmak sadece maddî varlıklarla sınırlı değildir. Gönül huzuru bile paylaşıldıkça artar. Sevgide, saygıda ve hoşgörüde bencillik ve cimrilik edenler bu duyguları çabuk tüketeceklerdir. İnsan tek başına ihtiyaçlarını gideremez. Hepimiz birbirimize muhtacız. Bu anlayıştan yola çıkarak paylaşmayı davranış haline dönüştürmeliyiz. Mutlulukların paylaşıldıkça arttığını, acıların ise paylaşıldıkça azaldığını söyler dururuz da iş uygulamaya gelince nedense çark ederiz. Güzel ve aydınlık bir dünya için güç birliğine, birlik ve beraberliğe bugün dünden daha çok ihtiyacımız vardır. Güzellikler birliğin meyveleridir.
Müslümanlar kardeştirler. Kişi kardeşini darda görünce ona yardım elini uzatır. Bütün Müslümanlar bir ailenin fertleri, hatta bir vücut gibidir. Vücutta bir aza rahatsız olduğunda bütün vücut rahatsız olur. Öyle de bir Müslüman’ın derdi diğer Müslümanları da dertlendirmelidir. Müminler birbirlerinin yaralarına ilaç olmalıdır. Bu hususta Resulullah şu mübarek sözü söylemiştir: “Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır.” (Buhari)
Müslümanların dertleri müşterektir. Bunları birbirleriyle paylaşırlarsa yükleri azalır. Zira dertler paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça artar. İster yanı başımızda olsun, isterse dünyanın öteki ucunda olsun, nerde bir sıkıntılı mümin varsa ona şefkat ve merhamet elini uzatmalıyız, ona şefkat kanatlarımızı germeliyiz. Yine bir hadiste ‘Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.’ denmektedir. Bu çok büyük bir manevi ikazdır.
İslâm inanç sisteminde kolektif şuur esastır. Bu inançta cemiyetin huzuru, ferdin huzurundan önce gelir. Cemiyet de fertlerden meydana gelmiştir. Hadiseye bu pencereden bakınca ancak fertlerin huzurlu olmasıyla toplumun da huzurlu olacağını anlarız. Müslümanlığı münferit yaşanan bir inanç mekanizması olarak algılayanlar her halükârda yanılıyordur. İslâm’da acıyı da, huzuru da paylaşmak muteberdir. Yardımlaşma sadece maddî ve nakdî değildir. Manevî yardımlaşma da çok mühimdir. Başkalarının dertlerine ortak olmak ne büyük bir fazilettir. Yardımlaşmayla ilgili olarak Peygamber Efendimizin mübarek sözlerinden bir kısmını dikkatlerinize sunmak istiyorum:
“Bir Müslüman’ın sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahü teâlâ affeder.”; “Bir din kardeşinin ihtiyacını gideren, ömür boyu Allahü teâlâya ibadet etmiş gibi sevap kazanır.”; “Kim bir mümini, bir münafığın eziyetinden korursa, Allahü teâlâda onu, Cehennem ateşinden korur.”; “Allah indinde, en kıymetli amel, mümini sevindirmek, sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır.”; “Din kardeşini savunan Müslüman’ı Allahü teâlâ, Cehennem ateşinden korur.”; “Allahü teâlâ, bazı kimseleri, insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaratmıştır. İnsanlar, ihtiyaçları için onlara başvururlar. İşte bunlar, kabir azabından emindirler.”; “Allah katında en kıymetli amel, bir Müslüman’ı sevindirmek yahut bir sıkıntısını gidermek veya sabrını taşıran bir kederini ortadan kaldırmak yahut borcunu ödemektir.”; “İnsanların iyisi, insanlara iyilik edendir.”; “Arkadaşın iyisi, arkadaşına, komşunun iyisi ise komşusuna iyilik edendir.”; “Sizin en iyiniz, kendisinden hep iyilik beklenen ve kötülük etmeyeceğinden emin olunandır.”; “Hayra vesile olan, hayır işlemiş gibidir. Allahü teâlâ, sıkıntıya düşene, çaresize yardım edeni sever.”; “Lâyık olana da, olmayana da iyilik et. Eğer lâyık olana iyilik edersen ne iyi. Eğer o kimse iyiliğe lâyık değilse, sen, iyilik ehlinden olursun.”
Görünen o ki bugünlerde Türkiye’mizde vahim bir tarih yaşanıyor. Acılar üst üste geliyor. Bizler bu tarihin canlı şahitleriyiz. Tarih sadece bu felâketi değil bu felâket karşısında bizlerin aldığı tavrı da yazacak. Bu kadim ve bir o kadar da aziz coğrafyada vahametler yaşanırken bizler neler yapmayı düşündük, karınca kararınca neler yapabildik? 6 Şubat’ta iki kez düşen ateş sadece düştüğü yeri yakmadı. Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Anamur’a kadar 783.562 kilometrekareyi de yaktı. Bu deprem kadın erkek, kız kızan, yaşlı genç herkesi ama herkesi derinden sarstı. Bu şuurla hangi cenahtan olursa olsun dernekler, vakıflar, sivil toplum kuruluşları insanî bir refleksle yardım kampanyaları başlattı. Türk halkı, ancak yüzyılda bir olan böylesine dehşetli bir depremde alnının akıyla örnek bir insanlık imtihanı verdi. Böylesine güzel yardımseverlik tablolarını görmek bizlere iyi geldi.