15 Temmuz kalkışması bağımsızlığımızı, millî iradeyi, demokrasiyi, hukuk devletini; nihayetinde birlik ve beraberliğimizi hedef almıştı.
O gece; milletin ödediği vergilerle alınan devletin uçakları, tankları ve silahları millete doğrultulmuştu. Gayeleri bizi vatansız, bayraksız ve devletsiz bırakmaktı. Ama onlar bilmiyorlardı ki bu necip ve aziz millet vatanı, devleti ve bayrağı için tarih boyunca hep ölmüştür. Onlar, söz konusu vatan olunca geri kalan her şeyi teferruat olarak görmüşlerdir. Çünkü vatan yoksa hiçbir şeyin anlam ve önemi yoktur.
15 Temmuz, hazırlığı on yıllar süren bir ihanetin fitilinin ateşlendiği zaman dilimidir. 15 Temmuz’un failleri, biz farkında olmasak da, nerede bir değerimiz ve de değerlimiz varsa onu hoyratça kirlettiler. Takiyye zırhına bürünerek sıra dışı ve güzide değerlerimizi sıradanlaştırdılar. Milletin kurbanlarının ve adaklarının üzerine yattılar. “Himmet” adı altında bu milletin zenginlerini yıllarca sömürdüler. Eğitimi kullanarak bu milletin en zeki çocuklarını tuzağa düşürüp körpe zihinlerini kirlettiler. Bu iş için dershaneleri üs olarak kullandılar. Sınav sorularını çalarak istediklerini istedikleri mevkilere getirerek bürokrasiyi parsellediler. Adaleti derdest ederek kendileri gibi düşünmeyenlerin alın terlerini çaldılar. Adalet terazisini hayattan çekip çıkardılar. “Abla ve ağabey” kavramlarının sıcaklığını sinsice kullanarak ailelerin içine sızdılar. Zekât ve sadaka toplayarak iyice semirdiler. İktidar ve servet hırsları her geçen gün arttı. Ağızlarında sakız ettikleri Allah rızası kavramını devasa anonim şirketlere dönüştürdüler. Sermayeleri büyüdükçe sesleri de pervasızca yükselmeye başladı. Bu ve bunun gibi çirkinlikleriyle bütün cemaatleri şüphe ve zan altında bıraktılar.
15 Temmuz’u kendi gelecekleri ve kaprisleri için bir milat olarak gören zavallılar helâl haram kavramlarını kirli lügatlerinden çıkararak her şeyi mubah gördüler. Dünya çapında dev bütçeli dernekler ve vakıflar kurarak finans kaynakları oluşturdular. İslâm’a hizmet gerekçesiyle topladıkları himmet paralarıyla kendi medyalarını oluşturarak algı operasyonları yapmaya başladılar. Hile ve kötülükte sınır tanımayarak kör şeytana adeta hocalık ettiler. Sürekli fakirlik edebiyatı yaptılar. Algı oluşturmak maksadıyla giydikleri tevazu elbisesi, içlerindeki kibri görünmez kıldı. Kıtmir kisvesine bürünüp saray ve kaşanelerde oturdular.
Siyasetten uzak bir görüntü çizerek devletin kılcal damarlarına kadar girdiler. Layık olmadıkları kürsülerde salya sümük gözyaşı dökerek merhamet tacirliği yaptılar. Böylelikle kendilerine ve lideri şeytan olan davalarına taraftar toplamaya çalıştılar. Akıl almaz hile ve desiselerle bütün kurumlara sızarak liyakati yok saydılar. Yeni mevziler elde ettikçe daha çoğunu istediler. Yedikçe iştahları kabardı. Bir türlü doymak ve kanmak bilmediler.
Zalimler 15 Temmuz’da, uzun yıllardan beri oynadıkları çirkin oyunun finalini yapmak istediler. Fakat Anadolu insanının kahramanlığını ve hasbîliğini hesap edemediler. Yıllarca kaynaklarını sömürdükleri bu cömert ve hasbî milleti hakir ve küçük gördüler.
15 Temmuz, aklın ve mantığın devrelerinin yandığı talihsiz bir akşamdır. O gece darbeciler açısından ihanetin, milletimiz açısından da kahramanlığın zirve yaptığı bir gecedir. O gece belki de Bedir’in, Uhud’un, Hendek’in, Kosova’nın, Niğbolu’nun, Mohaç’ın, Preveze’nin, Büyük Fetih’in ve nihayetinde İstiklâl Harbi’nin en kanlı cephesi olan Çanakkale’nin özetiydi. O geceyi Kerbelâ hadisesiyle özdeşleştirirsek karşımızda sanki bu çağın Yezid’i ve avaneleri vardı. Beride ise Hüseyin ve onun yolundan giden yiğitleri!…
Nemrut’un, Firavun’un ve Ebû Cehil’in torunları; İbrahim’in, Musa’nın ve Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed(sav)’in torunlarına karşı kol kolaydı o gece. Zaman nehrinin coşkun sularıyla günümüze gelen nesiller değişse de anlayışlar değişmiyordu. Herkes genleri vasıtasıyla soyuna çekiyordu. Şeytan vazgeçmiyordu iyilere karşı olan kirli mücadelesinden, terk etmiyordu şer cephesini. Kötüler kötülerin, iyiler iyilerin izinden gidiyordu ilânihaye.