12 Eylül’de çocuk olanlar var mı içinizde? Yoklama yapalım mı?
Şimdiyi anlamak için, geçmişi de anımsamak gerekir.
Geçmişe kısa bir pencere açalım birlikte.
12 Eylül 1980 darbe sonrası..
Her yerde sıkıyönetim , ortalıkta korku hakim, okullardaysa sıkı bir denetim. Tutuklanmamış, görevine devam eden öğretmenlerin ellerinde tahta bir cetvel veya en güzelinden ufak bir sopa, ister teneffüste, ister derste, dayağa hazır vaziyette. Disiplin her şey demek , dayak korkusu sadece okulda değil, her yerde. Zaten sopa ya da uzun cetveller hemen kapı arkasında, sınıfın girişinde.
İlk ve orta öğretimim karmaydı benim. O dönemde erkek öğrencilerin pantolonlarının paça genişliği ve uzunluğuna kadar cetvelle kontrol edilmesine hayret eder, anlamsızca bakardım. Kız çocuklarının saçı ya iki örgü olacak veya kısa olacak.Ortası olmaz, yasak. Kızların etek boyu kontrolü de hemen girişte.
“Uzat ellerini “ tırnak kontrolü. Uzun mu? Aç elini cetvele..
Hiç unutmuyorum, lisedeyiz. Son sınıflardan bir kız arkadaşımız, yaz tatilinde ailesinin yanındayken özenmiş, saçına perma yaptırmış.
Okula gelirken saçını kısacık kestirmişse de, permalar yine de kalmış hafifçe. Okulun ilk haftası. Oturtmuşlar kızcağızı öğretmenler, saçlarını daha da kesmişler. Asker saçı gibi gezindi bir süre. Koridorlarda dolaşırken suçlu, başı önünde. Hem ceza için, hem de kalanlara ibret-i alem için yapıldığını düşünmüşlerdir herhalde. Oysa okuldu sadece. İnsan hakları, kişi hakları?
İlk, orta, lisede makyaj falan ne münasebet? Kolye küpe aksesuar külliyen yasak. Farklı giyinmek yasak. Bırakın onu bunu deodorant, parfüm sıkmak dahi yasak. Uymadın mı? Ya ceza var sana, ya dayak.
Derslerde istenen “çiçek çocuk” vaziyeti. Eller dizlerde veya önünde bağlı vaziyette, dik otur öğretmene ve tahtaya bak. Kımıldamak bile göze batar, mazallah dağıtıverirsin dikkati.
Okul kitaplıklarındaki kitapların mahiyeti belli. Sokaklarda arabesk, filmlerde arabesk, kitaplarda arabesk. İçimiz dışımız arabeskle yıkanmış zaten o dönem. Güya arabesk de, resmi televizyonda yasak.
Yaratıcılık ne? Kendine güven ya da kendini ifade? Büyükler ne derse odur. Hakkın yok, söz söylemeye. Hele bir de kız çocuğuysan her şey ayrı şahane. Tabii ki bu büyüklerin yaşca büyük olması bir yana, yaşı küçük bile olsa, makam ve mevkiileri, paraları varsa, padişahın huzuruna çıkar gibi girip çıkmalısın huzurlarına. İster özel hayat olsun, ister tüzel farketmez. Bir nevi üstün sınıf, üstün insandır onlar senden her durumda.
Kanaatkar olmalısın sonra.
Sana verilenden ötesini istememelisin, bakmamalısın başkasına. Hakkın olsa da olmasa da.
Sormadan, sorgulamadan kabul etmelisin “doğru” diye sunulanı, hatmetmelisin hatta. Öğrenmek için “ tekrar” önemlidir.
Ezberleyeceksin; ister gönüllü, ister dayakla. Tabii ki sistem ataerkil sistem üzerine kurulu ve devlet her halükărda ”baba”.
Düşünecek olursak, şimdiki ebeveynlerin büyük bir kısmını işte bu nesil oluşturuyor. Seçmenin çoğunu, seçilenin ise büyük bir kısmını. Bu sistemde başarı ile hizaya gelmiş ve yoğurulmuş “tamahkar ve kanaatkar”, özgüvensiz, sessiz, disipline edilmiş kesim ne olursa olsun “baba”sının yaptığı doğrudur diyor ve eleştirmiyor.
Hatta kendileri de, kendi ailelerinin yeni “anne-babaları” olarak doğru bildikleri bu yolda çocuklarını yetiştirmeye çalışıyor. Bu da o kadar kolay değil tabii. Teknoloji malum. Elindeki cep telefonundan, bilgisayardan, televizyondan, çevreden dünyayı gören ve herşeye ulaşan çocukların kaçı buna boyun eğip onların istediği gibi yetişiyor bilinmez. Lakin, gerçek şu ki çoğu çocuk küçücük bedenlerinde bu yüzden büyük çelişkiler yaşıyor. Tam da bu açık kullanılmak isteniyor işte. Eğitimde milli ve manevi değerlerin öğretimi için Diyanet’le işbirliği içinde “ÇEDES” projesi ile okullara manevi danışman atamalarının yapıldığını okuyoruz her yerde.
Düşünce hürriyetini, din ve vicdan hürriyetini, halen anayasada var olan laiklik ilkesini öncelikle devletin koruyup gözetmesi, ve vatandaşların hakkına hukukuna sahip çıkması gerekmekte.
Aklen, bu çocuklara destek için okullarda olması gerekenler pedagog, psikolog, rehber öğretmenler değil mi? O halde?
Tam da bu esnada haber geçiyor kanalda; bir şeyh mi gelmiş konuşmak için imam hatip liselerinden birine? Şıhlar, şeyhler memleketi bile olduk bu demde. “Şükredin” demiş yanlış duymadıysam, sanırım bir de öte dünyada cennetten bahsetmiş ve kendisi cennette değil de, bu dünyada aynı lisenin önünde,lüks aracına binip gitmiş. Ne âlâ…
Mesele şu ki, mevcuttaki resmi ideolojnin görünürde eğitimden beklediği farklı. Bilim, bilimsel eğitim, kişilik gelişimi, insan hakları gibi konular sizin benim gibi insanların konusu mu kalıyor bilemedim.
Öncelik sisteme sessizce entegre olacak bireyler yetiştirmekte. Eğitim “ istendik davranış biçimi” geliştirmek içindir denir. Öyle görülüyor ki resmi ideolojinin talep ettiği “istendik davranış biçimi” bu yönde.
Yüksek öğrenimde bile konu değişmiyor. Üniversitelerimizin akademik çalışma ve bilim yuvası olması gerekiyor. Dünya sıralamalarında “iyi” diye nitelenen kaç üniversitemiz var?
Oysa ki zehir gibi bir gençliğimiz var. Doğru yönlendirme, rehberlik ve akademik eğitimle, doğru öğretmenler ve akademisyenlerin elinde pırıl pırıl bir geleceğe sahip olabilecek nitelikte çoğu.Onlar güzel bir gelecek yaratacaklar. Sıra onların çünkü. Ama biz burada değiliz. Peki ne vaadedebileceğiz onlara? Öte dünyadaki hurilerle dolu “cennet” tasavvurundan başka? Kız çocuklarının hurileri de yok. Malum zaten kadının adı da duyulsun istenmiyor gördüğüm kadarıyla.
İş, aş, ev bark, iyi bir yaşam, refah, iyi bir gelecek?
Hiç olmazsa tasasız, güvenli bir gelecek sunabiliyor muyuz?
Evet, 12 Eylül darbesi toplumumuza indirilmiş bir darbeydi ve maalesef travması artçılarla devam ediyor, geçmedi. Bu travma sebebi ile oluşan çatlaklara ise ideolojik ekim yapılmaya çalışılıyor. Gün geçtikçe yaşam koşulları ağırlaşıyor. Gelir uçurumu artıyor.
Eşitlik, hak, hukuk için mücadele ederken, söylemlere bakıldığında “kadın hakları” artık alarm veriyor. Şiddet devam ediyor. Haberciler, gazeteciler tedirgin, muhalifler tedirgin. Eskiden sınıfların girişindeki o tehditkar sopalar gibi bir sopa, şimdi ortada bir yerlerde görülür görülmez halde duruyor.
Görünürde sağlıklı olan travmalı toplum fertleri ise ya sessiz kalıyor ya da devletle partiyi artık özdeşleştirdiği için “baba”sına her halükărda sahip çıkıp, destekliyor.
Mevcutta şu an tam da istenen bu bence. Sistemin devamı için de, yine bu doğrultuda gelecek nesiller yetiştirilmeye çalışılıyor.
Bence öncelikle iyi bir psikoloğa ihtiyacımız var hep birlikte.
Acilen iyileşmemiz gerekiyor hep birlikte.
Ne diyelim, sağlıklı, aydınlık, adil, huzurlu, güvenli, refah içinde, eşit ve özgür yarınlar olsun önümüzde.
Sevgi ve saygılarımla.