Sevgili okuyucular, bazen kendimden bahsetmek zorunda kaldığım için hepinizden özür diliyorum. Lâkin zaman zaman o kadar saçma sapan tartışmalar yapılıyor ki, kırk senelik devlet tecrübem çerçevesinde işin doğrusunu anlatmaktan kendimi alamıyorum. Alın size, on gündür gündemin başköşesine işgal eden ‘fezleke’ saçmalığı… Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, ‘Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü’nün Başbakanlık antetli kâğıdına yazılmış bir resmî yazısını almış eline, çok büyük bir marifetmiş gibi sallayıp duruyor.
Peki, acaba bu yazıda ne varmış? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla TBMM Başkanlığı‘na gönderilmiş bu yazıda, Başbakan‘ın çeşitli konularda dokunulmazlığının kaldırılması için düzenlenmiş bir fezleke var. Hiç düşündünüz mü, Erdoğan kendi hakkında düzenlenmiş fezlekeyi ne diye bizzat imzalayarak TBMM‘ye göndersin? Yahu ben Başbakanlık‘ta yıllarca Başmüşavir, Müsteşar Yardımcısı ve Müsteşar olarak çalıştım.
Sayın Demirel‘e ve merhum şehit Özal‘a müsteşarlıklar yaptım. Yıllarca bu fezleke işini bizzat yönettim. Böylesi atraksiyonlar karşısında gülsem mi, ağlasam mı bilemiyorum… Efendim, bizim demokrasimizin temeli kuvvetler ayrılığına dayanır. Kuvvetler ayrılığı ise, ‘Kuvvetlerin tepişmesi’ ya da ‘zıtlaşması’ değil, devleti oluşturan bu erklerin işbirliği içinde çalışmasıdır.
Ancak, millet iradesine dayanan esas güç olan yasama ve yasamadan teşkil edilen yürütme güçleriyle yargı gücünün, kendine mahsus yetkilerini zedelemeden, birbirleriyle temasta bulunması gerekir. Cumhuriyet‘in kuruluşundan bu yana, yürütme ve yargı organları doğrudan doğruya yasama organıyla muhatap olmazlar. Bunun istisnası, yürütmeyle yasamanın bağlantısını sağlayan Başbakanlık ile ayrı statüde bir yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi‘dir.
Merhum Özal, merhum Ecevit ve sayın Demirel‘in Başbakanlık dönemlerinde; hattâ ara rejim devrelerinde bile bu usûl uygulanmıştır. Şöyle ki; Dokunulmazlığı olan bir vekil ya da bakan hakkında suç işledikleri iddiasıyla savcılığın yaptığı hazırlık soruşturmasından sonra, fezleke hazırlanır. Ancak, bu kişiler hakkında dâvâ açılamaz.
Savcıların hazırladıkları fezlekeler önce Adalet Bakanlığı‘na gönderilir. Adalet Bakanlığı fezlekeyi usûl yönünden inceleyerek TBMM‘ye gönderilmesini gerekli görürse, fezleke bu kez Başbakanlığa gönderilir. Başbakanlık da TBMM Başkanlığı‘na gönderir.
Dikkat edilirse, Başbakanlık dışında yürütme ve yargı organına ait kuruluşların, yasama organına, yani Meclis‘e doğrudan muhatap olma hakkı ve yetkisi yoktur. Bu, devletin işletilmesindeki temel kaidelerden biridir. 2011’de çıkarıldığı söylenen ve savcıların Meclis‘e doğrudan muhatap kılındığı iddia edilen genelge gerçekten çıkarılmışsa, bu, anayasaya, mevzuata ve teamüllere aykırıdır.
Bütün bu süreç içinde fezlekeler, hemen birkaç gün içinde Adalet Bakanlığı‘ndan Başbakanlığa, oradan da Meclis‘e gönderilemez. Zira dosyaların alınması ve bu üç devlet kurumu arasındaki işlem zaman alacaktır.
Bazen de, fezlekelerin Adalet Bakanlığı‘nda, Başbakanlık‘ta ve TBMM‘de bekletildiği görülür. Meselâ, yakın geçmişimizde teröristbaşı Apo‘nun dosyası Başbakanlık‘ta iki seneye yakın bekletilmiş; böylece idam cezasının kaldırılması sağlanmıştır. Son olaylarda, bakanlar hakkında fezlekelerin on beş gün içinde düzenlenmemesi, kasıtlı yapılmış olamaz. Çünkü nasıl olsa bu fezlekeler Başbakanlık‘tan Meclis‘e gönderilecek ve gündemdeki sıraya göre yerini alacaktır. Bunları geciktirmek iktidarın değil muhalefetin işine yarayacak ve onlara haksız yere bol bol istismar konusu çıkacaktır. Hep yazıyorum ya, filozof Sakallı Celâl‘in dediği gibi, ‘Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkündür’.