Trafiğin çok yönlü ve karmaşık bir vakıa olduğunu söylemiştik. Böyle olunca burada yaşanan kusur ve ihmaller de yalnızca bir kesime hamledecek kadar basit ve yüzeysel değil elbette. Önceki yazıda basının hadiseye yaklaşımına itiraz etmiştik, şimdi biraz da diğer ‘taraf’lara bakalım.
Bundan kırk-elli yıl evveli, araç sayısının ve de okuma yazma oranının epeyce düşük olduğu dönemlerdi. Nüfusun mühim bir kısmı da kırsalda yaşıyordu. Bu itibarla şehre geldiğinde ‘otomobil’ denilen ‘canavar’ın homurtusunu ilk defa duyan insanların hikayeleri de anlatılır dururdu.Haliyle şehrin caddelerinde -özellikle yayalar tarafından- bilmemekten kaynaklanan bir kısım kural ihlallerinin yapılıyor olması bir ölçüde doğaldı. Farazâ, Elazığ dolaylarında vaki olduğu rivayet edilen şu misaldeki gibi;
Trafik ışıklarının olduğu kavşağa nezaret eden polis, yayalara kırmızı yanarken karşıya geçmek için seğirten kadına seslenir;
– Bacım nere gediisen!.
Kadın hızlı adımlarla ilerlerken bir taraftan da başını polisten tarafa hafifçe çevirerek çıkışır;
– Saña ne!.. Gaynımgile gediim.. Hemi gocamıñ da haberi var!.
İnsaf edelim, o günlerin üzerinden yarım asır geçti. Bugün yayasıyla, sürücüsüyle, araç sahibi olsun olmasın, trafik kuralları denen manzumeden habersiz bir Allahın kulu herhalde kalmadı. Fakat ne yazık ki günümüzde bu kuralların ihlal edilmesindeki pervâsızlık ve cüretkârlık o günlere rahmet okutacak kadar berbat haldedir.
İnsanın en belirgin vasıflarından biri şudur; eğer herbir âdemin taşıdığı nefs bir şekilde terbiye edilip zapturapt altına alınmazsa, önce kendi iç âleminde ‘kaos’a, fesada sebebiyet verir, sonra bu fesadı elinin erdiği, gözünün gördüğü her yere yayma derdine düşer. Bu terbiye ve zapturapt altına alma işini, kişi kendi tercihiyle yapmaya talip olursa ne âlâ; ki arzu edilen hal budur. Ama bunu yapmamakta ayak diretirse o zaman toplumun selâmeti için, meşru kamu otoritesi elindeki tüm imkanlarla meseleye müdahil olarak masum insanları bunların şerrinden korur. Bu âdem müsveddelerinin masum ve mazbut insanlara maddi-manevi herhangi bir zararı dokunduğunda da gözünün yaşına bakmadan gereğini yapar.
Peki, kağıt üzerinde gayet fiyakalı duran bu kaide trafikte fiili olarak iyi işliyor mu? Benim cevabım “zinhâr işlemiyor”dur. İşlemediği için de istisnalar dışında, yapanın yaptığı yanına kâr kalıyor.. Şöyle bir düşünelim; nefsini zar zor zapteden ve herşeye rağmen iyi insan/iyi vatandaş olmaya, kuralları çiğnememeye gayret eden bir insan, kendisi sıkışık trafikte eli kolu bağlı beklerken kuralları umursamadığı için emniyet şeridinde gürül gürül akıp gitmenin ayartıcılığına kapılmaktan kendini nice gün, nice ay alıkoyabilecek?! Nefisinin dakka başı yaptığı “âlemin enayisi sen misin!” telkinine ne kadar karşı koyabilecek?!. Çok zor.. Peki, devletin görevi bu gibi insanların işini zorlaştırıp meydanı kuraltanımazlara bırakmak mıdır? Halbuki; toplumda çoğunluğu teşkil ettiğini düşündüğüm, mazbut veya mazbut olmaya meyilli bu insanlar, ilgili otoritelerin denetim ve müeyyide uygulamadaki kararlılığını görseler, kesinlikle içlerindeki o ayartıcı telkini yatıştıracak gücü kendilerinde bulabilirler.
Bir önemli hususu daha belirtmek isterim; bizde ulaşımın problemleri irdelenirken genellikle maddi istatistikler, yol-araç v.s. ile ilgili fiziki veriler masaya yatırılıp bunlar çerçevesinde planlar ve çözümler geliştirilmeye çalışılır. Mesela, sürücü davranışı üzerine kapsamlı bir çalışma/araştırma ben görmedim. Sağda solda konuşulanlar da münferit kişilik bozuklukları ile kamyon yazıları muhabbetinden ileri gitmez. En sol şeritte seyreden ağır vasıtalar, otuz metrede beş kere şerit değiştiren dolmuşlar, kavşak ortasında yolcu indirip bindiren ticari veya özel araçlar, dörtlü flaşörlerin her hareketi meşrulaştırdığı düşüncesiyle kısa süreli de olsa yolun bir şeridini işlemez hale getirenler… bunları âdet haline getirmekte hiçbir beis görmeyen, hatta ezelî ve ebedî imtiyazlarının bir parçası addeden sürücülerin ruh hali niye merak edilmez!?.
Efendiler, siz istediğiniz kadar milyarlar harcayarak yol genişletip ilave şeritler yapın. Eğer yaptığınız o şeritleri sahipsiz bırakır, denetlemez, âdemoğlunun insafına terkederseniz; ‘Langa mahreçli’ biri gelir, şayet eşref saatine denk düşmüşse lütfedip dörtlü çakarlambaları da yakar ve o yatırımınızı canının istediği kadar işlevsiz bırakır. İddia ediyorum, el’an İstanbul trafiğinin sıkışıklığında insan faktörünün payı en az yüzde otuz-kırk seviyesindedir. Trafiğin akışında ataletin önemini bilen eminim bunu teyid edecektir. Buna kayıtsız kalmanın adı nedir, onu da bizahmet siz bulunuz!!