İnsanoğlunun geçmişe özlemi hiç bitmedi, bitmeyecek. Biz buna arabesk bir ifadeyle nostalji de diyoruz. Bırakın on yılları; bir yıl, bir ay, hatta bir hafta öncesine bile özlem duyuyoruz. ‘Eskiler çok güzeldi’ diye mi bu hasretimiz? Aslında bu, bir garip durum; ama mâzi güzel de, çirkin de olsa özleniyor. Bana öyle geliyor ki geçmişe özlem duymak, insanın doğasında var. “Âh o eski günler…” diye başlıyoruz söze… Devamını varın siz düşünün…
Geçmişe özlem duyduğumuz zaman dilimlerinin başında, tartışmasız, ramazanlar ve dinî bayramlar gelir. Söze hep “Nerede o eski ramazanlar, nerede o eski bayramlar…” klişe ifadeleriyle başlarız. Buna bazıları nostalji, bazıları da ‘geçmişe takılıp kalmak’ diyor. Varsın dileyen dilediği gibi nitelendirsin. Öyle veya böyle, bu bizim toplumsal bir gerçeğimiz…
Oysa özlemle andığımız, o yere göğe sığdıramadığımız geçmiş ramazanları ve doyumsuz bayramları bugün de yaşamamız pekâlâ mümkündür. Ha, bazılarının serzenişle “Nerde o günler… Biz çoktan yaşlandık, torun torba sahibi olduk” dediklerini duyar gibiyim. Fakat her yaşın gönül damağımızdaki tadı başkadır. İnsan yaşlandıkça hayattan kopmuyor, aksine daha sıkı sarılıyor hayata. Geçmişi ihya edip o asil zamanı günümüze taşıyabiliriz.
Bütün Türkiye’de olduğu gibi Trabzon’da da eski ramazanlar bir başka güzel ve bir başka özeldi. Hemen her gün her evin misafirleri olurdu. Misafirler kapıda(ev müstakilse bahçede) güler yüzle karşılanırdı. Gelenler hoşbeş edildikten sonra, hâl ve hatırları sorulurdu. Misafirler sofranın başköşesinde oturtulur, kendilerine müstesna bir muamele gösterilirdi. İftar topu patladıktan sonra yemeğe önce misafir başlar, onları evin ahalisi takip ederdi.
Ramazanda sofralar sanatkârane dizilir, kusursuz olmasına özen gösterilirdi. Oruç ya hurmayla, ya da suyla açılırdı. İftar sofrasında evvela çorbalar içilir, sonra ana yemeğe geçilirdi.Ardından ev yapımı nefis tatlılar gelirdi. Yine evde açılan yufkalardan yapılan börekler yenirdi. Sofradan kalktıktan sonra tavşankanı çaylar eşliğinde sohbet faslı başlardı. Erkekler ve kadınların bir kısmı teravihe gider, evde kalanlar sohbetin demini koyulaştırırdı.
Ramazan sofralarında edinilen bilgi, görgü ve tecrübeler unutulacak gibi değildir. Nasıl unuturum o bereketli sofraları. O sofralar bize paylaşmayı, hakkaniyeti, saygıyı, sevgiyi, aile sıcaklığını, kanaatkârlığı, kardeş olmayı ve kardeş kalmayı öğretti. Trabzon’da ramazan aylarında sokaklar capcanlı olurdu. Sahilde iğne atsan yere düşmezdi. Dolunayın ışığı altında gündüzle gecenin farkı olmazdı. Yaz ramazanlarında iftarını yapanlar,çoluk çocuk, yaşlı genç demeden ilk fırsatta kendilerini dışarı atardı.
O zamanlar araba sayısı bugünkü kadar çok olmadığı için yollar genellikle tenhaydı, yürümeye müsaitti. O yıllarda şehirle deniz arasına o ucube Karadeniz Otoyolu,bir kara kedi misali, girmediği için sahiller cıvıl cıvıl olurdu. Kimi Ganita’nın serin havasında yüzünü masmavi denize çevirir, tavşankanı çayların eşliğinde, yalnız değilse derin sohbetlere, yalnızsa derin hayallere dalardı. Çocuklar ya bisiklet sürer, ya da salıncaklarda sallanırdı.
Yaz ramazanlarında ciddi bir hastalığı olmayanlar evde durmazdı. Büyük küçük herkes kendini mutlaka deniz kenarına atar, denizin sessizliğine karışırdı. Moloz’da fuar kurulur, buradaki çarpışan otomobil, salıncak, gondol, atlı karınca, elma kurdu, balerin, tren gibi aletlerde eğlenilirdi. Püfür püfür esen denizin karşısında bir banka oturulur,fırıl fırıl dolaşan esmer tenli çocukların kese kâğıdında sattığı çekirdeklerden alınır,keyifle çıtlatılırdı.
Gelişen teknoloji birçok şey gibi ramazanı da vurdu. Televizyon,evlerimizinbaşköşesine kuruldu. Eskiden insanlar ramazanlarda bu ayın ruhuna uygun işler yaparlardı. Bu çerçevede en çok da Kur’an okurlardı. Camilerde okunan mukabeleleri takip ederlerdi. Çünkü Kur’an bu ayda, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nde indirilmeye başlanmıştı.
Mâziden habersiz yaşayan şimdiki gençlik, akıllı telefonlardan başını kaldır(a)madığı için, ramazanı hakkıyla idrak edemiyor. Facebook, twitter, skype gibi iletişim vasıtaları bizi toplumsallaştırması gerekirken iyice yalnızlığa itiyor. İnternet karşısında çivi gibi çakılıyoruz.