Geçtiğimiz gün, ülke genelinde yayın yapan gazetelerin büyük çoğunluğu birleşip, ortak bir deklarasyon yayınlamışlar ve demişler ki; “Gazetelerin içeriği sadece gazetelerindir.”
Özetle, “Biz gazetelerimizde okuduğunuz haberler, köşe yazıları, fotoğraflar, yorumlar için emek ve para harcıyoruz. Ancak internet siteleri, televizyonlar, radyolar bunları alıp kullanıyor. Bundan sonra kullanılmasına izin vermiyoruz.” diyorlar.
En son söylenecek şeyi ilk önce söyleyeyim; sonra detaylarla devam edeceğim :
Bu deklarasyon ve alınan karar, yok hükmündedir. Hukuki olarak da, teknik olarak da bir dayanağı yoktur.
Mevcut kanunlarda buna dayanak olacak bir cümle dahi bulunmuyor, aksine “kaynak gösterip, link verip, alıntı yapıp kullanılabilir, haber kamu malıdır.” diyor… Haydi kanunu eğdin, büktün, esnettin. Ya da diyelim ki değiştirttin… Uygulanabilmesi, takibi, yasaklaması mümkün değildir.
Hukuğu, kanunu, tekniği bir yana koyun. Sayın ki, Beyoğlu Belediye Başkanı televizyona çıktı, “Ey vatandaş! Ben bu İstiklal Caddesi’nin taşlarının döşenmesine, ışıklandırmasına, her gün on kere süpürülmesine, temizlenmesine bir ton para harcıyorum; sen langır lungur bedavadan üstünde yürüyorsun. Bundan sonra caddede yürümeni yasaklıyorum, bir tek ben yürüyeceğim!” dedi… İşte bu açıklamanın mantığı, bundan ibarettir.
Bu açıklamanın tek bir amacı var; bir müddet höt-zöt yapıp, elindeki güçle bağırıp-çağırıp karşındakileri sindirmek, korkutmak, sonra da müzakere masasına oturtup para koparmak.
Yıllar önce plak şirketleri, yapımcılar, şarkıcılar da benzer bir yol izledi. Önce radyolara, televizyonlara “benim şarkılarımı öyle kafana göre çalamazsın.” dedi, yasak koydu. Aradan iki-üç ay geçti. Radyocular adı sanı duyulmamış, abuk subuk plak şirketlerinin, beşinci sınıf şarkıcıların albümleriyle, telif sahibi belli olmayan anonim türkülerle bir şekilde idare etti ama… Şarkıcı albümün reklamını nasıl yapacak, şarkısını nasıl duyuracak, Çemişkezek Belediyesi’nin sünnet şöleninde sahneye çıkarak mı? Baktılar olmuyor, yumuşadılar; “Yahu ben sana çalamazsın dedim ama, bedava çalamazsın dedim. Bana bir para öde, istersen günde elli kere çal…” Şimdi şarkıcıların kazandığı parayı eskisine göre on kat arttıran telif kazancı, bu olaydan doğdu. İnanmayan, Serdar Ortaç’a sorsun.
Buraya yazıyorum, üç aya kalmaz tekrar tıklar okursunuz. Bu deklarasyonu imzalayan gazetelerin yöneticileri çıkacak, diyecekler ki; “Yahu biz size kullanmayın dedik ama bedava kullanmayın dedik. Bize aydan aya para ödeyin, alın tepe tepe kullanın.”
Konunun evveli, ahiri bu…
Buradan sonrası, detay…
Neden mi bu kadar eminim, bu kadar kesin konuşuyorum?
Dünyada medyanın dönüşümü ve geldiği nokta ortada… Yurt dışında gazete patronları, yöneticileri, gelecekte ne yapacaklarını, yeni teknolojileri nasıl kullanacaklarını, teknolojiye nasıl ‘daha fazla’ entegre olacaklarını düşünüyorlar…
Çünkü ortada bir gerçek var; aynı deprem gerçeği gibi. Olacağı kesin, kaçış yok ama öncesine, sonrasına hazırlanmak önemli. Bu gerçek de şu; kağıda basılı gazetecilik yakın bir tarihte tamamen bitecek!
Bunun için gelişmiş ülkelerde hemen hemen 10 yıllık bir süre ön görülüyor, meraklısı için söyleyeyim; Türkiye için ön görülen tarih de en geç 2040…
Alt tarafı 28 yıl… Yani, Allah ömür verirse büyük çoğunluğumuz buna tanık olacağız. Mesela, benim torunum, kağıda basılı gazete nedir bilmeyecek.
Bütün dünya, Amerika, Avrupa… O ünlü, dev gazeteler artık buna hazırlanıyor ve bilerek, isteyerek bu süreci hızlandırıyorlar. Çünkü kağıt pahalı, mürekkep pahalı, gazeteyi basmak, dağıtmak, satmak çok büyük bir organizasyon ve maliyet gerektiriyor. Bugün 50 kuruşa basılan bir gazetenin ham maliyeti bile en az 1TL. Yani basılan her gazete, aslında medya patronu için zarar demek. Aradaki fark, reklamla sübvanse ediliyor. Oysa dijitalde, masraflar çok daha düşük, organizasyon yapısı çok daha basit. Kar marjı kat kat yüksek…
Aslında, yiğidi öldürüp hakkını yememek lazım. Sektörü yakından takip ettiğim için çok iyi biliyorum. Bizde de, medya sektörünün önde gelen isimleri bu gerçeğin farkında ve buna hazırlanıyorlar. Mesela geçtiğimiz aylarda DiitalAge Dergisi’ne bir röportaj veren Fatih Altaylı, farkındalığını, çok parlak fikirlerle ortaya koymuştu. Mesela Doğan Yayın Holding, başta Hürriyet Gazetesi ile bu konuda çok büyük yatırımlar, çalışmalar yapıyor. Mesela Cüneyt Özdemir, tek başına, kendi ekibi ile Türkiye’de “tablet devrimine” imza attı…
Bu yüzden, bu gazeteler, yayın grupları, bir yandan bu çalışmaları yaparken, dünyanın farkındayken, bir yandan bu saçma kararı nasıl alabildiler anlamıyorum…
Keşke, Türkiye’de gazetelerin bir internet versiyonunun da olmasının mimarı, bir çok gazetenin internet sitesini tek başına kuran, halen Radikal’de yazan M.Serdar Kuzuloğlu’na bir açıp sorsalardı… Ya da zahmet edip; Kuzuloğlu’nun konu hakkındaki yazılarını bir okusalardı…
Aslında bu konuda yazılacak çok şey var. Mesela, bu yasağın tam tersinden, gazetelerin internet sitelerinden, bloglardan yaptığı alıntılardan bahsetmek isterim…Mesela “Vatandaş Haberciliği” devriminden… Yazıyı çok uzatmamak adına, bunları da blogumda anlatacağım.
Kaan Göktaş
twitter.com/kaangkts | facebook.com/kaangkts
Kaynak : http://www.internethaber.com/torununuz-gazete-okumayacak-13295y.htm#ixzz28SfVZqF4